Bir Kraliçe, istediği kitaplara sahip olmak için çok kötü şeyler yapar...


24.2.15

"Maraz - Hande Altaylı" Kitap Yorumu ♛



    Hepinize en güzelinden bir merhaba! Sıkıcı ve özellikle de çok yorucu geçen bir salı akşamından sizlere yazıyorum. Deli gibi test çözüp, ders çalıştıktan sonra sonunda yorumu yazmaya başlayacağım. Kitabı bitirmeme çok az kalmıştı zaten, hemen bitti okulda. Eve gelir gelmez yorumu yazmak isterdim ama annem beni pek rahat bırakmadı. Ben de kendimi testlere boğdum haliyle. Zaten annem her zaman beni yenmenin bir yolunu buluyor.

    Neyse aman ben size çok beğenerek okuduğum bir kitabın yorumunu yapmak için geldim buraya. Maraz, beklediğimden çok daha güzeldi gerçekten de. Baya baya güzeldi yani. Keşke daha uzun olsaydı, aşırı kısa. 197 sayfa bana yetmedi ki. Aslı'ya, İzzet'e, Devrim'e doyamadım ki ben. Kitapta da zaten en çok üçünü sevdim. Hepsi benim bebeklerim diyorum ve kitabı anlatmak istiyorum.


Aslı ve İzzet olsun bunlar. 
    Kitabımız, Aslı adında otuz beş yaşında bir kadının hayatını anlatıyor. İlk sayfalarda çocuklu aşkı ve arkadaşı olan Cenk'in cenazesine gittiğini okuyoruz. Cenk, karısı ile birlikte bir araba kazası geçiyor ve maalesef ölüyor. Aslı da cenazesine gidiyor ama kendini çok kötü hissediyor. Bu arada Aslı da Ali diye bir öküz var onunla evli. Beş yıl önce tanışmışlar, iki yıl sevgili kalmışlar, üç yıldır da evliler. Sonra Aslı, Devrim, Burcu ve Sevil aynı mahallede büyümüş olan çok yakın arkadaşlar. Hepsi birbirine çok yakın ama Aslı ve Devrim arasında özel bir bağ var. Sevgili gibiler demek istemiyorum onların aralarındaki bağ çok daha özel. İkisinin arasında bir abi - kardeş ilişkisi var. Zaten onlar resmen bebeklikten beri tanışıyorlar. Burcu ve Sevil daha sonra mahalleye taşınıyormuş zaten.

    Tüm bu olaylardan sonra Aslı hüzünlü bir halde eve dönüyor ama aşağıda oturan komşusu yaşlı kadının kapının önündeki poşetleri almadığını görüyor. Bir süre sonra merak ediyor ve ziline basıyor ama açmıyor. O da kapıcıya falan haber veriyorlar, çilingir ile eve giriyorlar ve yaşlı kadının kilitli kaldığını falan görüyorlar. Kızını çağırmak istiyorlar ama yurt dışında olduğu için torununu çağırıyorlar. Aslı da torununu beklerken onu evinde misafir ediyor. Ve sonra torun geliyor. İzzet.

    İzzet kadar tatlı bir tane daha insan yoktur. Zaten ben Aslı ya İzzet'le olsun diyordum, ya da yine İzzet'le. İzzet şart yani. Bir tanem o benim. Bu olaylar olurken Ali öküzü iş seyahatinde. Bu yüzden evde yok. Sonra Aslıyı arıyor, konuşuyorlar ve telefonu konuştuktan sonra kapatmayı unutuyor Ali. Böylece Aslı da Aliyi sevgilisi Ayten ile sevişirken dinliyor. Açık ve net yani. Hayvan herif. Çok sinirlenmiştim ben buralarda, çooooook.

Aslı ve İzzet, bu kadar tatlı olmayın. 
    Sonra, haliyle kavga ediyorlar ve Aslı boşanma davası açıyor. Tüm bu olaylar yetmezmiş gibi kız kardeşi Zeyno da yurt dışından apar topar onun yanına dönüyor. Neden döndüğünü söylemiyor ve resmen depresyonda. Diğer sahneler, Aslı ve İzzet'in hafif hafif yakınlaşma sahneleri ve Münevver Hanım'ın geçmişi arasında dolanıyor. Tabii bizim grubun sevimli anları da var. Hele Devrim, hele Devrim... Ya ben onu ballı ekmeğimin arasına koyup yerim ya! O kadar tatlı yani eşek herif. Onu yerken yanına da İzzet'imi alırım, tam olur.

    Yaşadığı o kadar zorluğa rağmen Aslı'nın yıkılmaz bir kale gibi sağlam durması gerçekten çok güzeldi. Müthiş bir insan olduğunu düşünüyorum, ki yaşadıkları da öyle kolay şeyler değil yani. Allah korusun benim başıma gelse çok kötü olurdum muhtemelen. Hele kardeşimi en son öyle görmem... Ay Allah'ım sen esirge ya rabbim. Ama sonunda tamamen mutlu oluyor ya, benim için en önemlisi o. Mutlu olmayı gerçekten, hakkıyla hak eden nadir insanlardan biridir Aslı.








                                           ALINTILAR ♛ 




    Daha uzun ya da daha sağlıklı yaşamak sonucu etkilemiyordu. Er ya da geç, herkesi bekleyen bir cenaze arabası olacaktı.

                  (Sayfa 5) 




    Kimsenin kendisine yakıştırmadığı, açıkça söylemese de kendi başına gelmeyeceği için için inandığı, acıklı filmlere ait gibi görünen olaylar, gelip hayatın ta kendisi oluveriyordu. Hiç kimsenin ayrıcalığı yoktu ve hiçbir güç, insanı hayatın kendisinden korumaya yetmiyordu.

                  (Sayfa 20) 




    'Gözleri içine düşmüş, kırık bir kukla gibiyim.'

                  (Sayfa 49) 




    "Büyüdük be!" dedi içini çekerek, "artık buluştuğumuzda oturup uyuz uyuz yemek yiyoruz. Eskiden buluşabilmek için sofradan kaçardık."
    "Eee ne yapalım peki? Bu yaşta uzuneşek oynayıp hastanelik mi olalım?" Burcu yattığı yerde sırtüstü döndü.
    "Hayır söylemek istediğim o değil. Oyun oynamaktan nasıl vazgeçtik onu hatırlamaya çalışıyorum."
    "Aşka meşke daldık işte..." diye özetledi Devrim kısaca.
    "İyi bok yedik."

                    (Sayfa 74) 




    "Ama bazen hayatımızı yönetemiyoruz."
    "Her zaman hayatımızı yönetebiliriz, sadece bazen istediğimiz gibi olmaz."

                    (Aslı ve Münevver Hanım, sayfa 133) 




    "İnsan mutlu ya da mutsuz olmaz ki. Öyle bir şey yok."
    "Ne olur?"
    "Ne mutlu ne de mutsuz olur. Bazen mutlu, bazen mutsuz, genelde mutsuz..."

                    (Aslı ve Burcu, sayfa 162) 




    "Gelir misin?"
    "Gelirim ama bir daha asla gitmem."

                     (Aslı ve İzzet, sayfa 195) 






                                                   

                                              PUANIM ♛


4 YILDIZ:  İlişkimiz böyle güzel devam ediyorken neden bu kadar çabuk bittin ki?




















22.2.15

"Tersyüz - Amy Harmon" Kitap Yorumu ♛



    Mükemmel bir kitabın yorumundan hepinize merhaba! Muhtemelen bu merhabadan da kitabın ne kadar harika-muhteşem-olağanüstü-mükemmel olduğu anlaşılıyordur. Doğruyu söylemek gerekirse kitabı ne zaman bitirdiği anlayamadım bile. O kadar muhteşemdi yani. Almak için, içinde bir tereddüt olan varsa bir saniye daha düşünmesin lütfen. Gidip hemen alsın, hemen!

    Kitap, ciddi ciddi modern çağın Güzel ve Çirkin' i yahu. Bu kadar mı güzel karakterler olur? Bu kadar mı çok ağlatır beni. Yıldız Tozu'ndan beri hiç bu kadar ağlamamıştım. Kitap sıradan bir şekilde başlıyor aslında. Ambrose Young okulun en havalı çocuğu. Lisenin en iyi güreşen ve en güçlü sporcusu. Sert yüz hatları, keskin çenesi ve muhteşem gözleri ile resmen ulaşılmaz. Küçük sevimli kırmızı kafa Fern Taylor da ona on yaşından beri aşık. Aşık olduğu an da fena sevimli zaten.


Kapak sizce de çok güzel değil mi? 
    Neyse, daha sonra Fern bebeğimin arkadaşı Rita, ah güzel Rita, Ambrose için saçma bir mektup yazıyor. Fern kızımız da bu çocuksu mektubu pek beğenmiyor tabii. Rita da ondan yardım istiyor, sonuçta zeki olan Fern değil mi? Ayy, böylece Rita'nın ağzından ona mektuplar yazıyor, Ambrose da cevap veriyor. Birbirlerini tanımaya başlıyorlar ama bu biraz kısa sürüyor çünkü Ambrose mektupları yazının Rita olmadığını öğrenince sinirleniyor. Upss, buralar biraz spoiler gibi sanki.

    Sonra, lise bitince yani Ambrose, Beans, Paulie, Grant ve Jesse savaşmak için orduya katılmaya karar veriyorlar. Of, duygusal sahneleri hatırladıkça kendimi tutamıyorum zaten. Savaş derken 11 Eylül 2001 zamanından bahsediyorum. İkiz kulelerin yok oluşu, Afganistan'ın işgali falan. Mezuniyetten sonra beş arkadaşın gitmesinden iki gün önce bir veda partisi yapıyorlar. Fern ve Bailey de geliyor. Bailey, ah Bailey. Onu hiç hatırlatmayın lütfen. Kendimi gerçekten tutamıyorum. Ne olduysa oluyor ve Fern ile Ambrose öpüşüyorlar. Çoooook tatlı sahneler bunlar, aşırı tatlı.

    Sonra beş arkadaşın Irak da olan birkaç sahnesini okuyoruz. Arka kapata zaten sadece birinin geri döndüğü yazıyor bu yüzden yaşanan olayları anlatmak istiyorum. Çocuklar tank ve birkaç kişi ile düşman bölgesinde çıktıkları devriye görevinde yere konulan bomba sonucunda havaya uçuyorlar. Beans, Paulie, Grant ve Jesse ölüyorlar. Ambrose da ağır yaralı olarak kurtuluyor. Tabii buna kurtulmak denirse, yüzünün daha doğrusu vücudunun sağ tarafına bir şarapnel parçası isabet ediyor. Ambrose sağ gözünü ve sağ kulağını kaybediyor. Yüzünde ve vücudunda kalıcı yaralar meydana geliyor. Aslında onun deyimiyle çirkinleşiyor. Ama ben onun her zaman çok yakışıklı olduğunu düşünüyorum. Yüzünün ne halde olduğu pek umurumda değil.

    Haliyle böyle bir durumda herkesin yapacağı gibi eve dönüyor. Ama kimseyi kabul etmiyor, evden çıkmıyor. Artık güreşmiyor. Sadece geceleri babasının pastanesinde çalışıyor. Ta ki bir gece Fern çalıştığı marketten eve bisikleti ile dönerken onu çarpana dek. İlginç bir karşılaşma oluyor tabii. Fern gözlüklerini çıkartmış, diş tellerini çıkarmış, saçlarını uzatmış, kısacası bir afet olmuş. Güzel ve Çirkin derken de bunu kast ediyordum işte.

Tabii ben ağlarken bu kadar güzel gözükmüyorum. 

    Sonra ne olduğunu anlatmayacağım, kitabı okuyanlar zaten biliyorlardır ama okumayanlar için her şey güzel bir sürpriz olsun. Bundan sonraki olayları okurken öğrensinler. Çok güzel şeyler oluyor zaten. Hem deli gibi güldüğüm hem de deli gibi ağladığım sayılı kitaplardan biri oldu Tersyüz. Çok güzeldi, aşırı güzeldi. Amy Harmon yazarcığımı da takip etme kararı aldım. Daha bir çok güzel kitabı varmış gibi görünüyor!






                                               ALINTILAR ♛




    "Keşke yaşam kitaplarımdakilere daha çok benzeseydi," diye söylendi Fern. "Kitaplardaki ana karakterler asla ölmezler. Eğer ölürlerse hikaye ya mahvolur ya da biter."
    Bailey, kalabalık koridorda kendine yol açarak ilerleyip en yakın çıkıştan bir kasım öğleden sonrasına çıkarken, "Herkes birileri için ana karakterdir," diye yorum yaptı. "Önemsiz bir karakter yoktur."

                (Fern ve Bailey, sayfa 34) 




    Herhangi biri olan herkes başarısız olduğu anda "hiç kimse" olur.
    Doğru olan yapıldığında gerçek, her zaman hayalden daha iyidir.

                (Ambrose, sayfa 46) 




    "Asla sevilmek istediğin biçimde sevilmeyeceğin gerçeğini kabullenmek zor."

                 (Bailey, sayfa 87) 




    Görünüşüm bir tesadüf mü, yoksa sadece kaderin bir cilvesi mi? 
    Beni böyle O yarattığına göre, nefret ettiğim şeyler için O'nu suçlamam uygun düşer mi? 
    Her aynaya baktığımda daha da kötüleşen kusurlar için, 
    İçimde fark ettiğim kötülük için, tiksinti ve korku için, 
    Bizi anlayamadığım bir neden yüzünden, kendi zevki için mi şekillendirir? 
    Hepimizin yüzünü Tanrı yarattıysa benimkini yaratırken kahkahalarla gülmüş müdür? 

                  (Fern, sayfa 91) 




    "Fern aptal değil," dedi Ambrose. Beans'in Fern'le alay etmesinden ne kadar rahatsız olduğuna kendi bile şaşırdı.
    "Tamaaammmmmm," dedi Beans kahkahalar atarak. "Sanki çok fark edermiş gibi."
    "Eder." Grant de fikrini söylemek zorunda hissetti kendini. "Sohbet edemeyeceği bir kızı kim ister?"
    "Ben." Beans kahkahalarla gülüyordu. "Konuşma, sadece soyun."
    Paulie içini çekerek, "Beans sen bir domuzsun," dedi. "Neyse ki hepimiz jambon seviyoruz."

                    (Sayfa 113) 




    "Hala yakışıklısın," dedi Fern alçak sesle, yüzü ona dönüktü. Ambrose kısa bir süre sessiz kaldı ama ne geri çekildi ne mızmızlandı ne de onun söylediğine karşı çıktı.
    Ambrose, "Bence bu benden ziyade senin güzelliğinin yansıması," dedi sonunda.

                    (Fern ve Ambrose, sayfa 229) 




    Eğer acıyı yaşamazsa ellerinden kayıp gitmesin diye iki eliyle sımsıkı tuttuğu mutluluğu tekrar hissetme umudunun değerini bilmezdi.

                      (Sayfa 317) 






                                                                             

                                                PUANIM ♛


        5 YILDIZ:   Satırlarına aşık oldum! Hadi gidip evlenelim, tatlım!









19.2.15

"Çilek Mevsimi - Burcu Büyükyıldız" Kitap Yorumu ♛



    Hepinize çilek kokulu bir merhaba! Kitabımız öyle güzel, öyle özel ki, bende ona uygun bir merhaba ile başlamak istedim. Çilek kokulu kitabımızı Wattpad diyarından okumuş ve aşık olmuştum zaten. Canımın içi Burcu Ablam her zaman olduğu gibi harikalar yarattı. Kendisini ve tüm hikayelerini de çok fena seviyorum zaten. Kitabımın imzalı olması da bana ayrı bir keyif veriyor. Hele de onunla sohbet etmiş, fotoğraf çekilmiş olmak! Mutluluğumu kelimelerle anlatamıyorum bile. Birde beni tanıdı yahu! "Sen Facebook'daki Zeynep Dilara mısın?" deyişini hatırladıkça gülümsüyorum zaten. Müthiş güzel bir insan kendisi. Hayranım ona.

 
  Kitap, Mira ve Yağız'ın çilek kokulu aşklarını anlatıyor. İkilinin tanışması çok sevimli zaten. Mira'nın kafesinde, Toz Pembe de tanışıyorlar. Sonraki olaylar, Yağız aşkımın sürekli kafeye gelmesi, ilk öpücük falan hepsi harika sahneler. Daha sonra Yağız'ın içinizi eritecek olan sahneleri, sevgili olmaları falan var. Allah'ım acaba bir gün bana da Yağız gibi birini nasip eder mi? Ya da Sarp. Ya da Demir. Ya da Kuzey, Baran, Hazar, Aslan. Herhangi biri olur, ayrım yapmıyorum. Asla yapmam. Yeter ki biri olsun. Lütfen, lütfen ne oluur.


    Neyse, sakin olmayı çalışıyorum. Sonra işte aceleyle bir hayal yüzünden edilen evlenme teklifi, sevimli balayı anları ve yürek burkan ayrılık sahnesi. Muhtemelen kitabı okumadıysanız neden ayrıldıklarını merak ediyorsunuzdur. Sebebi Yağız aşkımın, canımın, sevgilimin geçmişi. Bence o kadar kötü bir geçmişi yok. Ağa olmak ona çok yakışıyor. Tabii bunun sebebi Yağız'ın kendisine ölüp bittiğim den de olabilir.

Ayyy. Yağız ve Erva olsun bunlar. 
    Olayların hepsini anlatmak istemiyorum. Ben Yağız Ağamdan bahsetmek istiyorum. Onun her şeyine kurban olurum ya ben. Burcu Abla, beni böyle bir ergenlik bunalımına soktun ya, daha sana ne diyeyim yahu! Gerçek hayatta Yağız gibi biri hiç mi yok? Birazcık da mı? Peki ona azıcık da olsa benzeyen biri? Yoksa atın beni denizlere o zaman. Yağız Ağamın ela gözleriyle belki bir gün buluşuruz. Bir umut.

    Kitaba dönmek istiyorum. Yağız aşkım gerçekten de bir ağa bu arada, onu da söylemek istiyorum. Kendisi Mardinli, iki büyük aşiretten birinin ağasının oğlu işte. Cümlenin saçmalığını boş verin. Ağa falan ama Mardin den nefret ediyor. Töre olayları ona çok saçma geliyor. Bu yüzden de Mardin ile tüm bağını koparmış. Ta ki, abisi Yakup kaybolana kadar. Kayboluyor, aranıyor, bulanamıyor. Bu yüzden de iki aile arasında olan anlaşmanın bozulmaması için Yağızın yengesi ile evlenmesi gerekiyor. Anlaşmanın ne olduğunu söylemek istemiyorum. Okuyup öğrenirsiniz. Daha sonra neler olduğunu, Yağız aşkımın geri Mira'ya nasıl döndüğünü ve neler yaşadığını da söylemeyeceğim. Merak edip, okuyun bu muhteşem kitabı.

Kim yaptı bunu yahu, müthiş olmuş.  
    Tabii döndüğünde kendisini çok güzel bir sürpriz bekliyor. Oğlu Erim paşa! Kendisi müthiş bir şekilde, aşırı olarak çoooook tatlıdır da. Okurken muhtemelen onu sizde yemek isteyebilirsiniz. Neden gittiğini ilk olarak Sarp'a (AŞKIM-BEBEĞİM-AŞIRI-SEKSİ-SARP-ARAS), daha sonra da içlerinde Mira da olmak üzere tüm aileye kısa bir şekilde anlatması var. Daha sonra tüm yaşadıklarını güzeller güzeline, Mira'ya da ayrıntılı bir şekilde anlatıyor zaten.

    Şu an kitap keşke hiç bitmeseydi diye böğürmek istiyorum. Ciddi ciddi istiyorum bunu. Tek avuntum, serinin devam edecek olması. Sırada Sarp Aras gibi muhteşem bir varlığın olacak olması. Ve diğer kitaplar! Daha okunacak bir sürü Burcu Büyükyıldız kitabı olması muhteşem bir his.

    İlhanlı ailesi öyle tatlı ki, bayıla bayıla okudum son bölümleri. Hele de çilek kokulu Mira'mızın hamile halleri aşırı tatlıydı. Yağız aşkımın yaptığı sürprizler, Erim ve Erva sahneleri. Hele en son olan sahne, Mardin'e gidiş. Ya aşırı güzeldi ya! Bitti diye ağlayacağım şimdi. Bir Günah Gibi çabucak çıksa da, onu da yalayıp yutsam hemen. Fırlatın Sarp Aras'ımı bana, fırlatın.





                                         ALINTILAR ♛ 



    Ve kalbi... Kalbi neden böyleydi? Böyle, sanki... Sanki birisi ellerinin arasında sıkıştırıyor gibi... Lanet olsun! Yağız'ın kaybettiği sadece aklı değil miydi? Bu aptal kalbine neler oluyordu? 

                   (Sayfa, 44) 




    "Onun gözünden akan yaşların nedeni olursam, bunu isteyerek yapmadığımı ve onun akıttığı her damla da azar azar öldüğümü bil." 

                    (Yağız, sayfa 99) 




    Delilikti bu. Bir kadını bu kadar çok, kendinden vazgeçercesine sevmek katıksız bir delilikten başka bir şey olamazdı. Ama önemli de değildi. Onu sevmek uğruna her şeyden vazgeçebilirdi. Kendini unutabilir, geri dönüşü olmayan yollara girebilir, kor alevler üzerinde yalın ayak yürüyebilirdi. 

                     (Sayfa 140) 




    Mira küçük oğlunun tombul bedenini kucağına aldı ve ayağa kalkmaya hazırlandı. Amacı ona yeni bir mama hazırlamakken, oğlunun göğüslerine giden elleri, çenesini emmeye başlayan dudakları mamadan başka şeyler istediğinin habercisiydi.
    "Mama istemiyor sanırım." diyebildi Mira nihayetinde ve yatağa tekrar oturdu.
    "Ne istiyor?"
    Yağız Mira'nın ne demek istediğini anlamamıştı ki, oğlunun ellerinin dokunduğu yeri gördü.
    "Bak sen yumurcağa? Edepsiz tabii ağzının tadını biliyor."

                      (Yağız ve Mira, sayfa 224) 




    "Onu ilk öptüğümde kaçmıştım. Bu olmamalı deyip kaçıp gitmiştim."
    Sidar duyduklarının etkisiyle sersemledi. "Ben..."
    "Sen ne?" diye sordu Yağız duyacaklarını tahmin etse de...
    "Ben de buna benzer bir şey yapmış olabilirim."
    "Ah! Bir aptal daha... Bizim oraların havasından suyundan herhalde bu."

                     (Yağız ve Sidar, sayfa 367) 




    "O beni öptükten hemen sonra... Gitmemi söyledi. İlk öpücük... Önemli ve özeldir ya hani... Benimkinin hemen ardından gitmem istendi. Ben ne düşüneceğimi bilmiyorum Mira. Tüm o aşklar ilgili söylediklerim, düşündüklerim önemini yitirdi."
    Gözlerini devirdi Mira. "Yok yok. O Mardin'in havasında suyunda kesin bir şey var. Adamlara öpüştükten sonra bir şey oluyor."

                     (Mira ve Bengi, sayfa 408) 




    "Hadi şimdi söyle bana canın ne istedi?"
    "Şey... Mercimek çorbası... Ama süzme ve bol limonlu..."
    "Mercimek çorbası mı?" diye sordu genç adam. Ancak dudaklarını hafifçe ısırmayı ihmal etmemişti. Daha ilginç bir şey isteyeceğini düşünürken mercimek çorbası duymak komik gelmişti Yağız'a.
    "Evet Yağız. Çok istedim. Rüyamda seninle bir çorbacıya gitmiştik." Dudaklarını yaladı hafifçe genç kadın. Mercimek çorbasını düşünmek ya da görüntüsünü gözünün önüne getirmek bile yutkunmasına, ağzının sulanmasını neden olmuştu.
    "Ama sen dudaklarını öyle yalamaya devam edersen, mercimek çorbasına o kadar kolay kavuşamayabilirsin."

                     (Yağız ve Mira, sayfa 452) 







                                             PUANIM 



       5 YILDIZ:  Satırlarına aşık oldum! Hadi gidip evlenelim, tatlım!





16.2.15

"Handan - Ayşe Kulin" Kitap Yorumu ♛



    Yine yorucu bir pazartesi akşamından merhaba! Hafta sonu o kadar hızlı geçti ki, ne oldu, ne bitti anlamadım bile. Ama çok güzel geçti azizim, çok. Burcu Büyükyıldız ve Merve Akıncı imza günü vardı! Tabii güzel geçecek yahu. Burcu ve Merve abla, canlarımın içi ikisi de çok tatlıydı. Çok seviyorum ya onları, çoook. İkisi de dünyalar kadar güzeller, onlarla yüz yüze konuştuğum, fotoğraf çekindiğim, imzalarını aldığım için öyle mutluyum ki. Bunu anlatmaya kelimelerin yeteceğini pek sanmıyorum.

    Bu yorum (başlıktan da anlaşılacağı üzere) yine bir kitap yorumu hakkında olacak. (Gerçekten mi?! dediğinizi duyar gibiyim). Pekala, daha fazla saçmalamak istemiyorum. Bu benim okuduğum ilk Ayşe Kulin kitabı. Kitap hakkındaki düşüncelerim cidden çok fena karışık. Ben çok daha farklı olaylar olmasını bekliyordum. Özellikle de bu kitabın bir seriye bağlı olduğunu öğrendiğimden beri hiç iyi değilim. Derya, İlhami, Bora falan tanıdık geliyordu zaten! Ben nereden bilebilirim ki Dönüş kitabındaki Derya'nın burada da olacağını?! Bu arada Dönüşü okumadım, teyzem okudu. Sağ olsun onun sayesinde okumuş kadar oldum da, o yüzden biliyorum.

    Handan, çok yanlış kararlar veren, verdiği kararlar ile de resmen hayatını mahveden biri. Önce çocukluk aşkı Nedim'den ayrılıyor, (Nedim'di değil mi?) daha sonra hocası, yaşlı ve çapkın Haşim ile evleniyor. Nedim'den ayrılmasının sebebi de fena saçma zaten. Yahu siz nişanlısınız, çocuk seninle evlenmek için Amerika'da hem okuyup hem çalışıyor. Senin bu çocukça kaprislerinin sebebi ne yani?! Beyinsiz. Bir de Haşim var. Allah'ım adam senden yirmi yaş büyük, hadi bunu geçtim çok takılmadım bu ayrıntıya ama iyi bir insan bile değil. Seninleyken bile karısını aldatıyordu. Böyle bir adamdan sadakat beklenir mi Allah aşkını?

    Daha sonra Haşim manyağının çocuk sevdası ve Handan'ın çocuğunun olmamasından ötürü ayrılıyorlar. Daha doğrusu Haşim onu terk ediyor. Sonra Handan, güçlü bir kadın imajı çizerek kendini toparlıyor. Bir yayınevine ortak falan oluyor. Aşık oluyor. Aşık olduğu kişi de İlhami. İlhami'nin ne olduğunu bilmesem kitap çok daha güzel ilerleyebilirdi. Gerçekten beğenirdim o zaman.

    Handan'ın tüm bu yaşadıklarını Ege'de bir otel odasında, Halide Edip'in kitap karakteri Handan'a anlatınca öğreniyoruz. İki kadının ne kadar benzediğini sizde göreceksiniz. İkisinin de yaptığı hataları, kalp kırıklıklarını okuyacaksınız. Sonra olan olayları geçiyorum, kitabı okumak isteyene yazık olmasın. Okuyunca şaşırsın biraz. Neyse, sonra Handan, yurt dışına kardeşinin yanına gidiyor. Kardeşi hasta. Ölüyor falan bu yüzden kızı Defne'ye Handan'ın bakmasını istiyor. Öyle de oluyor zaten.

Kitapta da bahsedilen meşhur kırmızı elbiseli kız.
    Defne'nin de olayı karışması ve gençlerin içten içe haklı olduklarını bilmesi yüzünden Handan da Gezi Parkı olaylarına katılıyor. Kitapta bunlardan da bolca bahsediliyor. Sanırım en sevdiğim bölümler bunlardı. Ayşe Kulin gezi ruhunu çok güzel anlatmış gerçekten. Çok hoşuma gitti.

    Ciddi ciddi kitabı anlattım ben. Tamam daha fazla anlatmıyorum. Sadece tek bir şey, tüm olaylardan sonra tekrar İlhami ve ailesi ile görüşüyor Handan. Nasıl görüştüklerini söylemiyorum sürpriz olsun bu da size. Okuyunca azıcık da olsa şaşırın.




    Ben sanırım en çok Handan'ın yalnızlığını sevdim. Yani erkekler ile olan ilişkisi falan beni pek açmadı. Belki de yaşımın küçüklüğünden olabilir. Yani Handan bana göre baya büyük, orta yaşlı bir kadın. Annemle aynı yaşta resmen. Onun özgürlüğe olan merakını, tutkusunu anladım. Kendi ayaklarının üstünde durmasını, çok başarılı olmasını da takdir ettim ama erkeklere olan tutkusunu sevemedim. Düşünmeden edemiyorum, acaba Nedim ile olsalardı ne olurdu diye? Bence ondan çok daha güzel bir kitap çıkabilirdi. Keşke seriye katmasaydı bu kitabı Ayşe Kulin. Tek kitap olsaymış, çok daha güzel olurmuş gibi geldi bana.

Adeta bir Handan. 
    Yine de Handan yalnız daha iyi. Ya da Defne ile daha iyi. O kızda kendini bulduğunu düşünüyorum. Bence Handan'ın tam olarak büyümesi, kendi benliğini bulması için annelik duygusunu tatması gerekiyordu.

    Kitap için ne hissettiğimi ben bile bilmiyorken size anlatabildim mi, tam olarak yazabildim mi bilmiyorum. Ama eğer Handan'ı alacaksanız, benim gibi seri olduğunu bilmeden almayın lütfen. Eğer biliyorsanız da, önce diğer üç kitabı okuyun. Belki o zaman daha çok seversiniz, belki de daha çok nefret edersiniz. Bilemeyeceğim artık.

    Puanlama hele ayrı bir dertti benim için. Çok kararsız kalmıştım, ki hala da öyleyim ama kitaba benim açımdan yakışan bir puan olduğunu düşünüyorum. Hadi, alıntılara geçelim!









                                    ALINTILAR ♛ 



    İnsanların aşk uğruna ya da terk edilmenin acısıyla canlarına kıymaları, romanlara yarışabilir. Ama hayat başkadır! Hayatın gerçek kahramanları roman kahramanları kadar kolay teslim olmazlar ölüme. Olamazlar. Can tatlıdır çünkü. Gerçek hayatta zamansız ölümlere sebep olanlar, hastalıklardır, savaşlardır, kazalardır. İntihar, bir kurtuluş yolu olarak akıldan geçirilir, hatta özenilebilir ama ruhsal bir bozukluk söz konusu değilse, gerçekleştirilmez.

                  (Handan, sayfa 50) 




    "İnsan hayatının aşkını unutabiliyor mu, sen söyle."
    "Yazarına bağlı," dedi Handan.
    "Ben bir yazarın yarattığı roman kahramanı değilim ki, Handan."
    "Olsun. Herkesin yazgısını yazan bir kalem mutlaka vardır."

                  (Handan ve Handan Hanım, sayfa 93)




    "İnsaniyet diye de bir şey vardır, bazen lazım olur."

                 (Handan, sayfa 121) 




    RABBİME SORDUM, DİREN GEZİ DEDİ.
    BİBER GAZI SIKMANIZA GEREK YOKTU ZATEN DUYGUSAL ÇOCUKLARIZ.
    ŞİMDİ ANLADINIZ MI NİYE BİZİ TÜRK-KÜRT-ALEVİ-SÜNNİ  DİYE AYIRDIKLARINI??? BİRLEŞİNCE BÖYLE OLUYORUZ ÇÜNKÜ!!!
    NASIL BAŞ EDECEKLERİNİ BİLEMEDİKLERİ TEK ŞEY ŞİDDET DIŞI EYLEMLER VE MİZAHTIR.
    BIRAKSAN AĞAÇ SADECE GÖLGE YAPACAKTI OYSA ŞİMDİ TARİFİ İMKANSIZ MEYVELER VERDİ.

                  (Gezi Pankartları, sayfa 204) 




    "Hayal varsa, gerçek de vardır. Hayali kurulmayan, gerçek olur mu, hiç!"

                  (Halide Edip Adıvar, Cumhuriyet Döneminde Bir Kadın Kitabından, 
                                               sayfa 238) 




    Kısacası 'Adalet' sadece iddialı bir kadın adıydı bu ülkemizde, tıpkı 'Vefa'nın da sadece bir semt adı olması gibi.

                  (Handan, sayfa 268) 




    Bu dünyada yaşayan herkesin hayatı bir romandı, eğer anlatan iyi bir dinleyici bulduysa.

                  (Handan, sayfa 271) 







                                            PUANIM ♛



    3 YILDIZ:   Bitirmek için kendimi öldürdüm ama idare edeceğiz artık ne
                                         yapalım?
















14.2.15

Biraz Para Harcadım #1 ♛



    Selam, arkadaşlar. Öğlen mutlu olan halim, şimdi düşüşte. Özgecan Aslan olayını bugün öğrendiğim, çok kötüyüm. Bir kadın, pardon kadın bile değil sadece bir kız çocuğu, bunları yaşamayı hiç hak etmedi. Ve insanlar sessiz kaldıkça, bunu yapan şerefsizler yüz bulacak. Kalabalık bir ortamda bile taciz edebilecek kadar cesur olacaklar. Hatta oldular bile. Yalnız dışarı çıkmaya korkar olduk, bu nasıl bir ülkedir?

    Neyse, kısa bir yazı olacak bu zaten. Yeni alınan kitaplarım için. Ve bu başlıkla yayımladığım ilk yazı. Ne hoş. Sevinemiyorum bile.


    Handan, Benim değil ama dün geldi, sabah bitti. Hediye olarak aldığım bir kitabı ilk önce benim okumam ne kadar doğru bilmiyorum ama, ne yapabilirim kapağı çok güzeldi. Hem okuduğum ilk Ayşe Kulin kitabı. Onun hakkında düşüncelerimi de paylaşacağım, çoook yakında.

    ASİ 2 Kartal Yuvası ve Hesaplaşma, Uzun bir süredir istediğim bir kitaptı. ASİ 1 benim beklediğimden çok ama çok daha güzel çıkınca seriye devam etme kararı almıştım. Umarım ilk kitabın yorumunu çok zaman geçmeden girebilirim. Umuyorum yani, ortada kesin bir şey yok ama.

    Çilek Mevsimi, Wattpad ülkesinde okuduğum muhteşem bir kitaptı. Burcu abla harika bir insandır zaten, kendisine hayranım. Dediğim gibi İnternet de yayımlandığı zaman kitabın hepsini okudum ama yine de kitaplığımda olması için almak istedim. Hem Yağız İlhanlı için buna değer.

    İki Hayat Arasında, Gerçekten çok merak ettiğim bir kitap. Kitap hakkındaki yorumlar çok olumlu ve konusu çok fena ilgi çekici. Merakla okumayı bekliyorum. Hayırlısı bakalım. Umarım beni hayal kırıklığına uğratmaz.


    Tersyüz, Bunu çıktığı ilk andan beri almak istiyordum. Birazcık geç oldu ama yinede sonunda benim oldu!

    Kurtlara Söyle Eve Döndüm,  Okuduğum her yorumda ağladıklarını yazdıkları için, haliyle ilgimi çekti. Zaten fiyatı da müthiş bir şekilde ucuz olduğu için aldım. Bu arada bence kapak çok havalı. Sade ama güzel, kısacası çok fena şirin yani.

    Çemberin Dışındakiler,  Diğer insanlar gibi olmayan, yani bir kusuru olup bundan utanan hikayelere bayıldığım için almaya karar verdiğim bir kitap. Sadece arka kapak yazısına dayanarak aldım, hiçbir yorumu okumadım. Yani kitap hakkında pek de bir şey bilmiyorum sayılır.

    Postacı Kapıyı Çalmayacak,  Çok fena güzelmiş, ki bence de öyle görünüyor. Zaten listemde olan bir kitaptı. Almak için geç bile kalmıştım. Sonunda o da benim oldu!

    Şimdilik aldıklarım bu kadar, babam bana acıyıp biraz daha para verirse umarım tekrar böyle bir yazı yayımlarım. Hadi hayırlısı!










 

"Aşkın Elçisi - Ahmet Turgut" Kitap Yorumu ♛



    Hepinize hafta sonuna özel bir merhaba diyorum! Yazmam gereken (bununla birlikte üç yazı var) ve ben uzun süredir yazılarımı yazamıyorum. Okul başladı, daha ilk haftadan çok yorucu geçiyor. Fena yorucu cidden, ödevler dağ gibi birikmeye başladı mesela. Haliyle çok zor kitap okuyorum. Aşkın Elçisi de perşembe bitmişti sanırım, pek emin değilim. Çarşamba da olabilir, ayy hatırlamıyorum. Kitap bitince yaşanan olaylar yüzünden öyle çok ağladım ki, hangi gün bitirdiğimi bile hatırlamıyorum cidden.

    Ahmet Turgut tek kelimeyle muhteşem bir yazar. Bunu bana bu kitapta da kanıtladı. Hem de baya iyi bir şekilde kanıtladı. Müthiş bir insan resmen ya, çok seviyorum. Aşkın Elçisi, Kerbela Üçlemesinin ikinci kitabı. Bu kitapta Hz. Hüseyin'in ölümünden sonra geride kalanların, yani ailesinin neler yaşadığını okuyoruz. Seyyide Zeyneb, İmam Seccad ve diğer kadınlar. İçlerinden sadece İmam Seccad erkek. Tabii iki küçük erkek çocuk daha var. Biri onun iki yaşındaki oğlu, diğeri de ölen abisinin 5 yaşındaki oğlu. İmam da zaten hasta, ayakta bile zor duruyor. Zaten Yezid emrinde olan askerler tarafından Kufe'ye doğru yola çıkıyorlar.

    Gerçekten ben uzun süredir bir kitaba bu kadar ağlamamıştım. Hele de Aşkın Şehidin de öyle çok ağlamıştım ki, bundan ağlamam sanıyordum. Çok fena yanıldığımı bilmiyordum tabi.

    Kitap, hem bize o zamanda yaşanan zorlukları, feda edilen hayatları, kendi tarihimizi anlatıyor, hem de Allah aşkını çok farklı bir seviyeye taşıyor. İlahi aşkı müthiş bir güzellikle anlatıyor. Buna hayran olmamak, kendini kaptırmamak imkansız ötesi. Yapılan sohbetler, konuşulan konular, Allah'a zikretmek ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. Hele o son sahneler...

Ben, Sen, O
    Son sahnelerden konuşmak bile istemiyorum. Aklıma geldikçe ağlayacak gibi oluyorum, gözlerim doluyor. Boğazımda bir yumru var ciddi ciddi. Bir süre kitabın etkisinden çıkamadım zaten. İstese de çıkamıyor zaten insan. Çoooook güzel, çoooook.

    Kısa bir yorum olsun istemiyorum ama, daha fazla ne yazabilirim onu da bilmiyorum. Bu yüzden demem o ki, sadece bu kitabı, bu seriyi okuyun! Size çok şey kazandıracak, emin olabilirsiniz.
       






                                            ALINTILAR ♛  



    "Aşk beni arif etti
    İnceltti zarif etti 
    Ben aşkı bilmez idim 
    Aşk beni tarif etti" 
-Mevlana Celaleddin-i Rumi-

                 (Sayfa 17) 




    "Kurtlar, kuzuların bol olduğu beldeye mi dadanırlar?"
    Cevabı yine kendisi verdi.
    "Asla!... Onların gözleri kuzuların sahipsiz olduğu yerlerdedir."

                 (Seyyide Zeyneb, sayfa 55) 




    "Kişi dilinin altında gizlidir ve söylediklerinin esiri, kendinde sırladıklarınınsa efendisidir."

                 (İmam Seccad, sayfa 103) 




    "İnsan da Kitap gibidir. Sever, öfkelenir; hüzünlenip mutlu olur. Kitap da, insan da bu yönleriyle Rahmani midir; ne dersin?"

                (İmam Seccad, sayfa 178) 




    "Allah'tan layığınca korkarsan, cesaret seninle vücut bulur ve başkalarından korkmazsın. O'nun kokusu bile rahmet olur sana. Ama hem Allah'tan, hem de başkaca şeylerden korkarsan kendine dikkat etmen gerek! Zira başkalarından korkanlar, Allah'tan korkmayı unuturlar."

                (İmam Seccad, sayfa 200) 




    "Kuran'a gözleriyle bakanlar sözcükleri görürler. Zira ellerindeki sadece Mushaftır. Ona akıllı bakanlar farkları seçerler. O artık 'Furkan'dır. Basiret ile Furkana bakanlar Rabbin ayetlerini okurlar. Kitabı kalpleriyle gözleyenlerse ondaki aşkı yaşarlar. Aşk dile gelmez. Anlatılmaz. Ve Kitap gayrı 'Nur' olmuştur sana. Bundan nasibi olanlarsa kalpleriyle akledebilenlerdir."

                (Seyyide Zeyneb, sayfa 334) 






                                   

                                             PUANIM ♛ 


        5 YILDIZ:   Satırlarına aşık oldum. Hadi gidip evlenelim, tatlım!







6.2.15

"Son Kamelya - Sarah Jio" Kitap Yorumu ♛



    Merhaba, merhaba! Saçma bir yazı yazacağım için neşeli bir giriş yapmak istedim ama bunu başardım mı hiç bilmiyorum. Umarım başarmışımdır. Zaten okulun başlamasına fena az kaldı, bunun acısını yaşıyorum. Boş yere neşeli, mutlu gibi davranmamı beklemeyin benden. İçim yanıyor yahu. Ay zaten böyle güzel bir kitap, elimde o kadar zaman süründüğü için utanç içerisindeyim. Kitap hakkında hiçbir yorumu okumamıştım, sadece yazarı sevdiğim için çıkar çıkmaz almıştım. Ve daha şimdi okuyorum! ŞİMDİ! Aylar oldu bu kitabı alalı ve ben daha yeni bitirdim. Çok utanıyorum.

    Neyse ilk olarak beklentimi karşılamadığını söylemem gerek. Bunu iyi yönden söylüyorum, ben böyle güzel bir kitap beklemiyordum gerçekten. Daha sıkıcı bir şeyler beklemiştim. Ama öyle harikaydı ki, Allah'ım çok güzeldi ya. Ciddi ciddi güzeldi. Hakikaten güzeldi yani. Öyle böyle değil, fen güzel demek istiyorum. Hiç beklemediğim şeyler oldu, gerçekten bunların olacağını hiç tahmin etmemiştim. Hele de geçmişte yaşanan sahneler... AMANIN!

    Bu yorumda saçma itiraflar olabilir, size şimdiden uyarıyorum. SAÇMA YAZI ALARMI! 




    Flora, Amerikalı sevimli bir fırıncının kızı. Hayatı o fırında geçmiş. Tabii parayı sıkıntıları var, fakir gibi bir şeyler yani. Fırında yaşıyor ama yemek yapmayı değil, bitkileri, bahçeleri seviyor. Hatta tüm çiçeklere aşık. Neyse işte, para konusunda sıkıntıda olduklarını söylemiştim. Zaten bu yüzden de Philip Price denen sahtekarın teklifini kabul ediyor. Nadide bir kamelyayı bulmak için evinden ayrılıp, Livingston Köşkü'ne dadı olarak gidiyor. Evde dört (aslında beş, hıhıhıhıh) çocuk var. İki kız, iki erkek. İsimleri şuan için önemli değil, boş verin.

    Kamelyayı ararken kendini bir anda evin sırlarının içinde buluyor. Lord Livingston, Bayan Dilloway, Leydi Anna, çocuklar. Hepsini hatta önemsiz gördüğüm diğer çalışanları bile etkileyen kötü sırlar. Flora gelmeden önce Leydi Anna öldüğü için bu sırlar daha da tuhaf hale geliyor. Bahçenin gizemi, kaybolan kadınlar. Kitap resmen gizem fışkırıyor.

İTİRAF BİR: Lord Livingston ile Flora kızımızın arasında bir şeyler olacağını düşünmüştüm. 

    Bir de Addison var tabii. Onun 15 yaşındayken yaşadıkları, geçmişi, Sean ile arasında olanlar. Rex ile olan aşk dolu mutlu hayatları. Bahçelere olan ilgisi. Daha doğrusu aşkı. Flora ve Addison, bu iki cesur kadın birbirlerine öyle çok benziyorlar ki. Hayran olmamak elde değil. Kız benimle aynı yaştayken neler yaşamış, hala da akıl sağlığını kaybetmemiş. Hele de bunu Sean gibi bir pislikle yaşamış. Onunla aynı evde kalmış, sürekli pis suratını görmüş. Ay, içim bunaldı benim o heriften. Sean rezil bir piç resmen.

İTİRAF İKİ: Tüm o kadınları Lord Livingston'un bir şekilde hallettiğini düşünmüştüm. Halletmek derken, hem o manada hem de diğer manada demek istedim. Siz anlamışsınızdır. 

    Ben bahçeleri çoğu zaman sevmem. Yani kendimi rahat hissedemem. Sahip olduğum tek çiçek türü, kaktüs mesela. Tabii onları da çoğu zaman babam sular. Çiçeklere bakamam demek istiyorum. Sürekli solarlar ve hemencecik ölürler. Onları sevgimi pek gösteremem. En azından kaktüsün bakımı kolay da hemen ölmüyor. Ben zaten hayvanlara da bakamam. Çoğu kuş ve balığım açlıktan ölmüştü. Ya da çok yemekten. Yemeği ya çok verirdim, ya da unuturdum. Bu yüzden artık hayvan veya çiçek almıyorum.

İTİRAF ÜÇ: Bayan Dilloway'ın Leydi Anna'yı kıskançlıktan öldürdüğünü düşünmüştüm. Lord yüzünden yani, ah şu aşk meşk işleri yok mu. 


Seradan görüntüler resmen. 

    Neyse konudan saptım gittim, kitabın muhteşem olmasından bahsediyordum. Yani o sera olayı, çocukların yalnızlığı, Bayan Dilloway'ın karşılıksız aşkı. Hepsi çok güzeldi ya. Hele sonu... Sonu zaten beş yıldızlık resmen. Onların geri dönmesi, kardeşlerin evlerinde yeniden bir araya gelmeleri, müthişti! Bir de kolye var tabii. Onun ne olduğunu söylemeyeceğim, okumamış olanlar kitapta öğrensin. Zaten hiç spoiler söylemedim. Sadece kitabı övdüm durdum.

İTİRAF DÖRT: Kızların cesetlerinin her zaman ahırda olduğunu bu yüzden Lord'un oraya gitmeyi yasakladığını düşünmüştüm.

    Sanırım Sarah Jio kitaplarından en sevdiğim Son Kamelya oldu. Onun üç kitabını daha okumuştum ama Son Kamelya harika ya. Ben beklentimi gerçekten çok düşük tutmuştum. Belki de bu kadar etkilenmemin sebebi budur, kim bilir?







                                        ALINTILAR ♛ 



    Küçük bir kızken, sadece bana ait olan kitaplarım olsun istemiştim. Hikayelerde kaybolmayı, benim hayatım iç karartıcı bir hal almışken, kitapların dünyasında yaşamayı hayal ederdim.

                 (Addison, sayfa 71) 




    "Abbott!" diye kızdım. "Yeter." Bileğime tekrar baktım. "Görmek istediğin şeyi gördün mü?"
    "Henüz değil," dedi, ahır evinin kapısına, ondan etkilenmişçesine bakıyordu. "O ölmeden bir ay önce, annemi buraya gelirken takip ettim. O zamanlar babam annemle küstüğü için bahçede yalnız kalmayı seviyordu. Onunla konuşmak istemiştim. Onu neşelendirebileceğimi düşünmüştüm. Ama oraya gittiğimde, ortadan kaybolmuştu.  Koştum ve onu bulmak için ağaçların arasından geçtim. Arkamı döndüğümde annemin ahır evinden çıktığını gördüm. Ağlıyordu."
    "Ah, Abbott," dedim elimi omuzuna koyarak.
    "Muhtemelen eline kıymık batmıştır," dedi Nicholas araya girerek. "Benim başıma geldiğinde, hep ağlarım."
    "Çünkü sen muhallebi çocuğusun," diye dalga geçti Katherine.

                   (Flora ve çocuklar, sayfa 166) 




    Bayan Marden bana bir çuval patates ve soyma bıçağı verdi. "Seninle bir anlaşma yapacağım," dedi ve çarpık dişlerini ortaya çıkararak gülümsedi. "Bana bunları soymam da yardım edersen, Lord Livingston'ı çıplak gördüğüm zamanı anlatırım."

                   (Bayan Marden, sayfa 249) 




    "Nefret kanser gibidir, kalbi yıpratır."

                    (Desmond, sayfa 272) 




    "Çiçekler onun kanıyla sulansın ve güzelliğini ortaya çıkarsın."

                    (Sayfa 290) 






                                                               

                                               PUANIM 


         5 YILDIZ:   Satırlarına aşık oldum! Hadi gidip evlenelim, tatlım!