Bir Kraliçe, istediği kitaplara sahip olmak için çok kötü şeyler yapar...


15.7.16

"Elif Şafak - Aşk" Kitap Yorumu ♛



    Merhaba sıcaktan bunalmış olduğu için evin içinde donla gezmeyi düşünen tayfa, merhaba sıcaktan eridiği halde hala mutlu olan insanlar, merhaba dünya. Ve merhaba yürüyen uçak, sana da merhaba şarj kablosu. İçimden ne kadar anlamsız bir giriş yapabilirim diye düşündüm ve BAM! Bunu buldum. Siz lütfen beni önemsemeyin (azıcık önemsemeyin, çok değil hani). Buralarda on beş gündür yoktum ve değişen hiçbir şey olmadığını fark ettim, o yüzden ben de on beş gündür buradaymış gibi davranacağım.

    Aşk benim ne zaman okuduğumu hatırlamadığım ama okul zamanı olduğunu bildiğim ve bunun da çok önemli olmadığı bir kitap işte. Dııııt. Kitap önemli değildi falan demiyorum tabii, öyle anlamayın lütfen. Neyse işte Aşk benim aslında hiç okumak istemediğim ve aklımın minicik bir köşesinde bile olmayan bir kitaptı normalde. Ama sonra sevgili Edebiyat hocamız sınav yapacağını söyledi ve bende lanet sınavda öylesine bir yirmi soru falan yapayım bari diyerek kitaba başladım. Aşk ile tanışma hikayem böyle olağanüstü bir olay işte. Yazın bunu bir kenara.

KİM YAPTIYSA MÜTHİŞ OLMUŞ. M Ü T H İ Ş 

    Şimdi kitabı sevmediğim diye anlamış olabilirsiniz ama tam tersi, sevdim. Neden sevdiğimi anlamadım, yani kitaba karşı hiçbir beklentim yoktu. HİÇ, CİDDİYİM H İ Ç. Öyle boş boş ilk sayfaları okuyordum ve bir gün kitabı elimde büyük babam gördü. Onun kitabı görüşünden sonraki iki saat benim kafamda yok çünkü kitabı o kadar çok övdü ki bende ağzımı açsam otomatik olarak Aşk için övgüler kusmaya başlayacağımdan tırstım. Ondan sonra biraz merak ettim gibi oldum ve bu sefer belki otuz soru yaparım dedim (bu arada lanet sınav elli soruydu ve ben kırk yedi tanesini yaptım, eheh) ve kendimi vererek okumaya başladım.

    Konuyu genel olarak herkes biliyor sanırım. İlahi aşkı yani. Rumi ve Şems arasında olan ilahi aşkı okuyoruz, aslında kitabın içinde bir kitap daha var. Durun yanlış yerden başladım, öhöm. Kitap da Ella adında bir kadın var ve onun da aşırı düzenli ve monoton bir hayatı var. Kırk yaş, üç çocuk, sıradan bir evlilik falan filan işte. Sonra bir gün bir yayın evinde editörün asistanı olarak işe başlıyor ve okuyup yorum yapması için ona Aziz Z. Zahara'nın Aşk Şeriatı adlı kitabını veriyorlar. Yani Aşk Şeriatı'nın içinde Rumi ve Şems'in arasındaki ilahi aşkı okuyoruz, ayrıca Ella'nın da kendisinin ruh eşini bulmasını, onun da ilahi aşkı tatmasını okuyoruz. Ay anlatabildim mi emin olamadım ama böyle bir şey işte konusu.

    Mevlana ve Şems hakkında elbette bir şeyler biliyordum. Yani herkes bilir tabii, bir de benim gibi Mevlana aşığı bir büyük babaya sahip olan herkes bilir. Neyse, onların arasındaki ilahi aşkı ve etrafta nasıl yanlış anlaşıldıklarını biliyordum. Şems'in sonunu da biliyordum, o yüzden hiç ağlamam hah bildiğim bir hikayeyi yazmışlar falan diyordum ama bu lafımı nasıl güzel yedim nasıl müthiş yedim anlatamam size. Yani bildiğiniz bir hikaye ancak bu kadar güzel ve özel anlatılabilirdi.

    Gerçekten çok güzeldi ya. Elif Şafak 2008 ile 1252 yıllarına olan geçişleri yazmayı muhteşem bir şekilde başarmış. İki zamanın da içine kolayca girebiliyorsunuz ve karakterlerin hepsini rahat bir şekilde anlayabiliyorsunuz çünkü bir çok karakterin ağzından yazılmış kitap. Şems'in kırk kuralı da çok güzeldi, çok çok güzeldi. Kuralların hepsini işaretledim sanırım, not aldıklarım da var. KİTABA DAİR EN MUHTEŞEM ŞEYLERDEN BİR TANESİ O KIRK KURALDI! Hepsi nasıl özeldi, nasıl güzeldi anlatamam. Yani şimdi bile açsam, çizdiğim ya da işaretlediğim, not aldığım yerleri okusam tüylerim diken diken olur ya. Hele o son sayfaları tekrar okusam, vallahi yine ağlarım!

    Olayların işlenişi, yani o son sayfalardaki duygu yoğunluğu, Şems, Aziz... En en en favori karakterlerimin arasına girdiler, Şems de Aziz de. Allah'ım bende kendi hayatımda böyle olağanüstü derecede özel bir insan istiyorum. Lütfen, yani olursa böyle bir insan hayatıma girerse aşırı derece çok mutlu olurum. Tabii Rumi ya da Ella gibi özel bir insan mıyım bilmiyorum, anneme göre çok özelim ama kendime özel demek biraz şey bir durum, şey işte böyle AHAHAGSHHSASHAHA diye gülmelik bir durum. Ay birden kendime acıdım ya, niye böyle oldu ki.

    Neyse, Aşk için başka ne söyleyebilirim bilmiyorum ama ben çok sevdim, çok da ağladım. Yani şimdi herkes sever diyemiyorum, muhtemelen sevmeyen çok fazla insan vardır ama okumadıysanız bir şansınızı deneyin bence. Gerçekten okunmayı hak eden bir kitap. İçinde çok güzel mesajlar vardı, yani her karakterin vermek istediği bir mesaj vardı bence, o yüzden okuyun ya! Bir de sonunda siz de ağlayın da yalnız olmayım. NİYE SADECE BEN AĞLADIM? Neden sorduğum herkes 'ben sadece duygulandım öyle ağlanacak kadar bir şey yoktu' diyor?! Sensin 'bin sidici diygilindim iyli iğlinicik kidir bir şiy yikti' (!)








                                              ALINTILAR ♛



    "Her insan açık bir kitaptır özünde. Okunmayı bekler. Her birimiz yürüyen, nefes alan kitabız aslında, yeter ki özümüzü bilelim" dedim. "İster fahişe ol, ister bakire, ister düşmüş ol, ister itibarlı, Allah'ı bulma arzusu hepimizin kalplerinde, derinlerde saklıdır, sırlıdır. Doğduğumuz andan itibaren aşk cevherini içimizde taşırız. Orada durur, keşfedilmeyi bekler." 

             (Şems, sayfa 148) 




    İnanç aşk gibidir. İspat istemez. Mantıksal bir açıklama beklemez. Ya vardır, ya da yok. 

             (Aziz, sayfa 187) 




    Aşksız inanç olur mu? Sevmeden ve sevilmeden, habire bir şeylere söylenip homurdanarak iman etmek mümkün mü? Aşk yoksa "ibadet" bir kuru kelimeden, yan yana gelmiş altı harften ibaret. Dışı kabuk, içi oyuk. İnsan aşkla ve aşta iman etmeli; damarlarında gürül gürül hissederek Allah ve insan sevgisini! 
    Yaradan'ın gökyüzünde, tepede bir yerlerde olduğunu sanırlar. Kimileri de O'nu Mekke'de, Medine'de arar. Ya da mahalle camisinde! Allah bir mekana sığar mı? Ne gaflet! O tek bir yerdedir ancak: Aşıkların gönüllerinde. 
    O yüzden şöyle dememiş mi: "Ne yer ne gök kucaklayabilir beni. Ancak ve ancak inanan kullarımın yüreğine sığabilirim." 

             (Şems, sayfa 228) 




    Bir gün, babamı görmek isteyen ama bir türlü kapıdaki Şems'i atlatamayan bir adam hiddetle bağırdı: "Yeter artık! Sen kim oluyorsun da Mevlana'nın kapısına geleni kovuyorsun? Herkese soruyorsun ne getirdin diye! Peki ya sen? Sen ne hediye getirdin Efendi Mevlana'ya?" 
    "Hediyem kendimdir" dedi Şems, gayet sakin. "Ben onun yoluna baş koydum." 

              (Sayfa 259) 




    "Sen neden bahsediyorsun?"
    "Bir hikayeden bahsediyorum. Hikayeleri sever misin?"
    "Böyle saçmalıklarla kaybedecek vaktim yok."
    Şems dudak büktü. "Hikayelere vakti olmayan bir insanın kainatı okumaya vakti yok demektir" dedi. "En iyi hikayeleri Tanrı yazar, bilmez misin?"

               (Şems ve Alaaddin, sayfa 336) 




    Ferd ile Rab arasında ne kadar put duruyorsa; ister şan, ister şöhret, ister para, ister makam, hatta isterse aşırı dindarlık, ne varsa taşlaşmış, katılaşmış, aşktan uzaklaşmış, yerinden oynatmak gerekli, diye düşünürdü. Zihinlerdeki sınırları, gönüllerdeki ön yargıları, cemiyetteki basmakalıp kuralları, mezhep ve görüş farklılıklarını sarsmaktan yanaydı ki, hepimiz tek ve bir ve eşit olduğumuzu anlayalım. Geriye bir tek İlahi Aşk kalsın. Büyük harfle AŞK.

                (Rumi, sayfa 355) 




    




 

PUANIM ♛ 



           5 YILDIZ:  Satırlarına aşık oldum! Hadi gidip evlenelim, tatlım! 

                                                               










 

0 yorum:

Yorum Gönder