Selam dünyalılar. Geleneğimi bozmadım ve yine günler sonra yorum girmeye geldim. Hayatımda tek bir fark var; o da yazın bitmiş olması ve anlamsız, sıkıcı, çoğunlukla sinir bozucu insanların olduğu okulun açılmış olması. Bu sene 10. sınıf oldum (ŞÜKÜR, OH) ve şimdilik her şey tahmin ettiğim gibi ilerliyor. Sınav stresine girmeden önceki son mübarek senem. Büyük ihtimalle seneye dershaneye başlayacağım *kusmuk* ve saçlarım dökülecek, kilo vereceğim, istediğim üniversiteyi kazanana kadar çirkin ve çelimsiz bir insan gibi görüneceğim falan filan. Kafamda iğrenç ve acı dolu senaryolar var ama bunları konuştuğum ayrı bir yazı yazmak istiyorum. Seneye falan yazarım, ha ha.
Benim Balığım Yaşayacak benim yaz tatilinde okuduğum kitaplardan biriydi. Temmuz ayında falan okumuştum sanırım. Tam hatırlamıyorum ama o tarihlerde olması lazım. Her neyse, kitabı genel olarak hatırlıyorum. Neler hissettiğimi, nasıl kalbimin kırıldığını ve ağladığımı hatırlıyorum. Yorum fazla uzun olmayabilir (OLDU) o yüzden kusura bakmayın ama aşırı çok beğendiğim kitapları yorumlarken zorlanıyorum çünkü kitabın her şeyini anlatmak istiyorum, HER ŞEYİNİ! O yüzden de kendimi fazla kasıyorum ve söylediklerim sadece övgü dolu cümleler oluyor. Aptal bir jöleyim.
Konudan genel olarak bahsetme kısmına geldik. Tokyo'da yaşayan 16 yaşındaki Nao'ın, hayatına son vermeden önce yapmak istediği tek şey Budist rahibesi büyük büyük annesinin hayatını yazmaktır. Dünyanın bir ucunda ise Pasifik'in ıssız bir adasında ilham perisini arayan yazar Ruth ise bir gün kıyıya vurmuş bir beslenme çantası bulur. Bu beslenme çantası 2011 yılında Japonya kıyılarına vuran tsunaminin süreklediği eşyalardan biri gibidir. Ruth çantanın içinde bulduğu günlüğü okumaya başladıkça geçmişe, Nao'ın acı dolu yaşamına, onun sonu belli olmayan kaderine ve kendi geleceğine doğru yol almaya başlar.
Arka kapaktan alıntı da yaptığıma göre kendi cümlelerime geçebilirim. Konumuz genel olarak böyle, spoiler vermeden ancak bu kadar anlatabilirim size. Biraz sonra spoiler verdiğim kısma da geleceğiz, bekleyin. Kitap da iki anlatıcı var, Nao ve Ruth. Aslında bir de I. Haruki'nin günlüğü ve mektupları da var ama o çok sonra gelmek istediğim bir konu. Ben Nao'ın düşüncelerini, günlüğüne yazdıklarını okumayı daha çok sevdim çünkü ona ne olduğunu bilmemekten başıma ağrılar giriyordu. Ruth da genel olarak sevdiğim bir karakterdi aslında. Kocası Oliver de bence çok özel bir karakterdi. Onun gibi zeki bir insan tanımak isterdim.
BU KISIMDA BOLCA SPOILER VE DUYGU YOĞUNLUĞU VARDIR.
Nao ve ailesi o çok küçük bir yaştayken Amerika'ya Sunnyvale'ye taşınmışlar ve orada çok güzel bir hayatları da var(dı). Ama sonra babası çalıştığı şirketten atılıyor ve onlar da beş kuruşsuz geri Japonya'ya dönmek zorunda kalıyorlar. Nao burada bir okula başlıyor, Japonya da olan okullar baya bir ileri seviyede ve elbette ki Nao buraya uyum sağlayamıyor. İğrenç ve pis bir apartman dairesinde kalıyorlar ve babası da bir iş bulamıyor. Babası çok zeki bir insan aslında, tam hatırlamıyorum ama İnternet üzerinden program yapımı gibi bir işte çalışıyordu sanırım. Annesi ise depresyonda ama ailesi için ayakta durmaya çalışıyor. Sonra o bir iş buluyor ama. Neyse, dediğim gibi Nao uyum sağlayamıyor, derslere yetişemiyor, 15 yaşında ve yaşıtlarından fena büyük gösteriyor ve okulda da sürekli zorbalık görüyor. Tacize uğruyor. Allah'ım ya o kadar kötü şeyler yaşıyor ki! O tuvalet sahnesi aklıma geldikçe tüylerim diken diken oluyor ya. Kalbim hızlanıyor, yemin ederim yok öyle bir sahne ya! O kadar kötü bir sahne ki beni daha önce hiçbir şey böyle etkilememişti. 15 yaşında bir insanın böyle şeyler yaşaması, bu kadar kötülüğe maruz kalması kadar kötü başka bir şey daha yok.
Nao kendi yaşadıkları ile uğraşırken bir de babasının sürekli intihar etmesi var. Babasına da ayrı üzüldüm zaten, o da benim kalbimi çok kırdı. Ya bu kitap benim hayat enerjimi söktü aldı biliyor musunuz? Nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum ama o kadar kötü şeyler yaşıyorlar ki çığlık atarak ağlamak istiyorum onlar için. Nao'ın hayatında doğru giden tek bir şey yok ve o da sadece yaşlı rahibe ninesi Jiko ile mutlu olabiliyor. Hayatını yazmak istediği insan da Jiko zaten ama kendini tanıtarak günlüğüne başlıyor ve bir süre sonra da zaten kendi hayatını yazıyor. Jiko hakkında da bir çok şey okuyoruz elbette, o da benim favori karakterlerimden bir tanesi oldu.
Kitap da birçok bilgi de var. Yani bir yerde Oliver fizikten bahsediyor, bir yerde Jiko mitoloji ile ilgili bir şey söylüyor. Sonra bir de Nao'ın büyük dayısı I. Haruki var. Kendisi II. Dünya Savaşında Japonya için savaşırken hayatını kaybetmiş. Of be, of! Onun gizli günlüğünü okuyunca yemin ederim beynimden vurulmuşa döndüm. Japonya savaş sırasında o kadar gaddar ve cani bir ülkeymiş ki kanım dondu. Savaş sırasında askerlerin (haruki'nin) yaşadıkları beni o kadar çok ağlattı ki gözlerim kavanoz kapağı gibi şişti, komutanların yaptıkları midemi bulandırdı. Yemin ederim bir ara gerçekten kusacağımı sandım. Haruki'nin günlüğü bitince gidip bir araştırma yaptım. Japonya için birçok fikrimin değiştiğini söyleyebilirim. Kitabı okursanız ya da okuyanlar varsa ne demek istediğimi anlayacaklardır. Ay kusasım var, vallahi ağlayarak kusacağım.
SPOILER KISMI BİTTİ AMA DUYGU YOĞUNLUĞU DEVAM EDİYOR.
Orijinal kapak şa-ha-ne! |
600 sayfa boyunca Nao'a hep sarılmak istedim. Onu kimsenin ona zarar veremeyeceği, kötü bir şey yapamayacağı bir yere götürmek ve orada saklamak istedim. Benim okuduğum en güçlü karakterlerden biri Nao oldu. Genç yaşına rağmen o kadar çok şeyi omuzlarında taşıdı ki, ben olsaydım onca şeyi kaldırabilir miydim bilmiyorum. Nao'ın sonunun intihar olmadığını düşünmek beni rahatlatıyor. Kendini öldürmediğini düşünmek bana iyi geliyor. Kitabın sonu hakkında bir şey söylemeyeceğim ama son bölüm çok güzeldi. Bu kitaba yakışan, olağanüstü bir finaldi. Nao'u, Ruth'u, I. ve II. Haruki'leri, Oliver'ı düşünmek benim minik kalbimi üzüyor. O yüzden düşünmemeye çalışıyorum.
II. Haruki'nin intihar üzerine yazdığı yazı favorilerime girdi. Açıp açıp tekrar okuyorum, verilen mesaj çok güzeldi. Savaş hakkında yazılan her cümleye bayıldım zaten. Yazarın Japonya tarihini bu kadar güzel işlemesi ve kitaba yedirmesi kocaman bir alkışı hak ettiğini bir kez daha gösteriyor. Benim Balığım Yaşayacak gerçekten kusursuz bir başyapıt. Hakkında yazılan her övgü dolu cümleyi fazlasıyla hak ediyor. Okumayan bir çok insan olduğunu biliyorum, Goodreads da bir tek Türk yorumu bulamadım. YUH AMA LAN! Ağzımı bozdurmayın lütfen, gidin okuyun şu caanım kitabı. Vallahi çok güzel ya, öyle böyle değil!
Yorumu bitireyim artık, gidip film falan izlerim belki. Bu arada kitabın kapağındaki 'olur da biri size bu kitap hakkında bir şey sorarsa ona sadece yalan söyleyin' cümlesi aşırı güzel değil mi? Sırf şu cümle için bile kitabı alıp okumalısınız! Ve sondaki ekler kısmına da bayıldım, not aldım bir sürü bir sürü. AY ALLAH AŞKINA ALIN VE OKUYUN BU KİTABI YA!
ALINTILAR ♛
Ölüm kesindir. Hayat ise her zaman değişkendir; rüzgarın esintisi, denizdeki dalga, hatta zihnindeki düşünce gibi. O nedenle intihar etmek, hayatın sınırlarını bulmak gibidir. Zamandaki hayatı durdurur, böylece biz de ne olduğunu kavrayıp gerçekliğini hissederiz. En azından o an için. Sürekli değişen hayatın akışında, gerçek ve kesin olan tek şeydir aslında intihar.
(II. Haruki, sayfa 136)
Bütün çocuklar ebeveyninin akıl sağlığından endişe duyar mı? Bugünkü toplum anlayışına göre, anne ve babaların yetişkin bireyler gibi davranmaları ve çocuklarına göz kulak olmaları gerekir fakat çoğu zaman bunun tersi olur. Doğruyu söylemek gerekirse hayatım boyunca gerçekten yetişkin diyebileceğim kadar olgunlaşmış bir büyükle pek karşılaşmadım.
(Nao, sayfa 240)
"Sörfçü, dalga, aynı şey."
Neden umursadığımı bilmiyorum. "Bu çok aptalca," dedim. "Sörfçü bir insandır ve dalga da sadece bir dalgadır. Nasıl aynı olabilirler?"
Jiko, okyanusun ötesine, denizle göğün buluştuğu noktaya baktı. "Dalga, okyanusun derinliklerinden doğar," dedi. "İnsan ise dünyanın derinliklerinden. Bir insan, dünyadan doğar ve dalga gibi yuvarlanır, ta ki tekrar batana kadar. Yukarı, aşağı, insan, dalga."
Kıyı üzerindeki dik bir kayalığı işaret etti. "Jiko ve dağ aynı şey. Dağ büyük ve uzun süre yaşar. Jiko küçük ve uzun süre yaşamayacak. Tek fark bu."
(Nao ve Jiko, sayfa 290)
Spinoza şöyle der: "Özgür bir adam, sadece neden ilkesine göre yaşar, ölüm korkusu ile yönetilmez. Fakat doğrudan doğruya iyiyi arzular, bir başka deyişler eylemde bulunmayı ve varoluşunu, kendi çıkarını gözetme ilkesine uygun olarak muhafaza etmeyi arzular. O nedenle, en çok ölümü düşünür ve onun bilgeliği, yaşam üzerine bir meditasyondur."
(I. Haruki'nin Mektupları, sayfa 375)
Sunabileceğim hiçbir şey kalmadığında hayata sıkı sarılıp ona tutunursam sadece kendimi kendi gözümde gülünç bir hale düşürmüş olurum.
(Sokrates, sayfa 412)
"Kafam karıştı," diye cevapladı Ruth. "O, zihnimde hala on altı yaşında. Her zaman da öyle olacak."
Oliver yatağın kenarına oturdu ve elini karısının alnına koydu. "Şimdi ölümsüz," dedi. "Bunu yakalamak istemişti, hatırlıyor musun? Zamanı sabitlemek. Amacı buydu."
"Yazarak?"
"Ya da intihar ederek."
"Ben her zaman yazmanın, intihar etmenin tam tersi olduğunu düşünmüştüm," dedi Ruth. "Yazmak ölümsüzlüktü. Ölümü geri püskürtmek ya da en azından onun önüne geçmekti."
"Şehrazad gibi mi?"
"Evet," dedi Ruth. "Kendi idamını engellemek için hikayeler anlatıp durmak..."
"Tek fark, Nao'nın ölüm kararının kendisine ait olması."
(Ruth ve Oliver, sayfa 456-457)
1 yorum:
Reiko saykosunu anlat çete lideri
Yorum Gönder