Hepinize uzun bir süreden sonra merhaba! Az değil 15 gündür buralarda değildim. Aptal sınavlar başlamıştı ve bende hiç kitap okuyamıyordum ama sonunda bitti. Aslında bitti sayılmaz ama ben artık çalışmak istemiyorum. Evet, istemiyorum ama çalışmak zorundayım. Kahpe dünya. Ne rezil bir eğitim sistemine sahibiz yahu, insan kendini asmak istiyor.
Her Şey Bitti Derken, uzun bir süre önce bitirdiğim ama yorumunu yapamadığım bir kitaptı. Çok da harikaydı, tekrar tekrar okumak istiyorum. Konudan biraz bahsetmek istiyorum ama spoiler vermekte hiç istemiyorum. Ama bekli verebilirim, lütfen bunu göze alarak okumaya devam edin.
Emilia. Emilia. Oha ya ne güzel bir isim! |
Evet, kızın hayatını geri zekalı biri mahvediyor. Ya aslında ona bile kızamadım ben, (kim olduğunu söylemiyorum, yaşasın kötülük) çünkü insan üzülüyor ya. Bu kitapta herkesin kalbi kırık. Herkes daha genç oldukları halde çabucak büyümek zorunda kalmış. Konudan konuya atlıyorum resmen, tamam sakinim. İşte Nastya, sokak ortasında dövülmeden ve sol elinin tüm kemikleri kırılmadan önce piyano çalıyormuş. Çok da başarılıymış tabii ama o olaydan sonra bir daha çalamamış. En sevdiği şeyden, piyanodan vazgeçince de yıkılmış doğal olarak. Ama tam konuşmamasının nedeni bu değil. Konuşmamasının nedeni, bir süre sonra o günü hatırlaması ve asla unutamaması. Bu konuda da biraz takıntılı, geceleri uyumadan önce o gün yaşananları hiç unutmamak için bir deftere yazıyor. Ben buralarda baya bir üzülmüştüm.
İşte böylece ailesinin değil de teyzesinin yanında yeni bir hayata başlıyor. Konuşmadan tabii yeni bir hayata başlamak zor oluyor ama bence o gayet iyi idare ediyordu. Konuşmamak gerçekten çok zor. Muhtemelen ben konuşmadan duramam. Kesin duramam.
Daha sonra yeni hayatında, yeni okulunda biri ile tanışıyor. Muhteşem Josh Bennett. Kendisi öyle harika, öyle olağanüstü, öyle mükemmel ki hemen ona aşık oluyorsunuz. Özellikle de becerikli ellerine. Yaptığı muhteşem mobilyalara. Ne olursa olsun güçlü durmasına. Ve bazen de çok gıcık olmasına. Ama yine de onu sonsuza dek seveceğim, kalbimde olacak her zaman. Ahh, ahhh keşke benim de bir Josh Bennett'im olsa. Ne çok isterdim ama bunu.
Yine fangirl olup konudan saptım. Devam ediyorum, tamam. Josh, kendini mobilya yapmaya adamış, harika mı harika bir insan. Ona insan demek biraz az kalır çünkü insan olamayacak kadar muhteşem. Neyse, o da kalbi kırık küçük bir çocuk kendi içinde. Annesini ve kardeşini kaybediyor ilk olarak. Sonra babasını, büyük annesini ve en son da büyük babasını derken hiç kimsesi kalmıyor şu hayatta. Yapa yalnız kalıveriyor. Ya bu kitapta insan kime ağlasın karar veremiyor gerçekten. Ben de karar verememiştim ve hepsine birden ağlamıştım. İyi de yapmışım valla.
Daha sonra bu iki yaralı kalp birbirlerini buluyorlar ve ikisi de birbirlerini yavaş yavaş iyileştirmeye başlıyorlar. Çok ama çok güzel sahneler var ya. Bir ara ayrılıyorlar ve ben çıldırıyorum tabii. O sahneler benim öldüğüm sahneler oldu. Katja muhteşem anlatmış ya, sanki ben sevgilimden ayrıldım da acı çekiyorum. Josh bebeğimi de çok güzel yazmış valla, okudukça aşık oluyorum kendisine.
Şu muhteşem kitabı hala okumayan varsa, hemen en yakın kitapçıya gitsin ve alsın lütfen. Ayrıca bu bir rica değil, bir emirdir. Marş Marş.
ALINTILAR ♛
Büyünün ya da mucizelerin olmadığı bir dünyada yaşıyorum. Kahinlerin veya şekil değiştiricilerin, meleklerin veya sizi kurtaracak süper kahramanların olmadığı bir yer burası. İnsanların öldüğü, müziğin dağılıp parçalandığı, her şeyin berbat olduğu bir yer. Gerçekliğin ağırlığıyla yere öyle bir yapışmış haldeyim ki, bazı günler ayaklarımı kaldırıp yürüyebildiğime bile şaşırıyorum.
(Sayfa 41)
Bana öyle geliyor ki, vücudumdaki yaralar iyileştikçe kafamdakiler daha çok arıza çıkarmaya başladılar. Ve maalesef insanın zihnindeki kırıkları kaynata bilecek bir alçı, bir vida yapılmadı henüz.
(Sayfa 149)
İnsanların karanlıklarda olacaklardan korkup, gündüz vakti başlarına gelecekleri umursamamaları beni çok şaşırtıyor. Güneş onları dünyanın kötülüklerinden koruyacakmış gibi. Ama korumuyor. Güneş ne yapıyor biliyor musunuz? Size tatlı tatlı fısıldıyor, sıcaklığıyla aklınızı çeliyor, sonra da tutup yere yapıştırıyor. Kısacası gün ışığı sizi hiçbir şeyden korumuyor. Kötülüğün bir saati yok yani.
(Sayfa 193)
"N'olur yapmasın bunu Drew. Konuş onunla, seni dinler."
"Hayır, dinlemez," diyor kafasını yerden kaldırarak, "hızar keresteye girdi artık Nastya."
"Hızar ne yaptı?"
"Yani ok yaydan çıktı, akacak kan damarda durmaz falan filan. Marangozlukla bağlantılı bir şey söyleyeyim dedim ama olmadı galiba."
"Bence de."
(Nastya ve Drew, sayfa 237)
"Bir gün geri dönersin belki. Belki de dönmezsin. Ama ne yaparsan yap, kendini suçlamaya, kendinden nefret etmeye devam etme sakın. İşte ona seyirci olmaya katlanamam. Sen kendinden nefret edersen ben de kendimden nefret ederim. Seni kaybetmek istemiyorum. Ama bak, mutlu olacaksan kaybedeyim daha iyi. Bugün benimle dönersen bir daha asla iyi olmayacakmışsın gibi geliyor bana. Ve sen iyi olmazsan ben de olamam. Oysa bizim gibi insanların da iyi olabileceğini bilmeye o kadar ihtiyacım var ki. İyi diye bir şey olduğunu, o iyinin oralarda bir yerde olduğunu, sadece bizim onu bulmamızı beklediğini düşünmek istiyorum. Bundan daha mutlu bir son olmalı. Bundan daha iyi bir hikaye olmalı. Çünkü biz bunu hak ediyoruz. Sen hak ediyorsun. İkimiz sonunda beraber olmayacaksak da hak ediyorsun."
(Josh, sayfa 479)
PUANIM ♛
5 YILDIZ: Satırlarına aşık oldum! Hadi gidip evlenelim, tatlım!
0 yorum:
Yorum Gönder