Bir Kraliçe, istediği kitaplara sahip olmak için çok kötü şeyler yapar...


7.1.15

"Alacakaranlık - Stephenie Meyer" Kitap Yorumu ♛



    Herkese mutlu bir merhaba! Hayatı pozitif baktığımı umarım siz de fark etmişsinizdir arkadaşlar. Tanrım ne kadar sevimli bir kızım, her zaman neşeliyim. Aslında bu kadar neşeli olmamın bir diğer sebebi okulların tatil edilmesi. Doğal olarak sevindim, (çok sevindim, hıh!) bir ara tabii Ankara'mızın güzel Valisi tatil etmeyecek, karda kışta okula gideceğiz diye tırstım ama bize iki gün tatil verdi. Sevimli adam!

    Sizin de bildiğiniz gibi, (bilmiyorsanız bile umarım nezaketinizden biliyor gibi davranırsınız) ben bu blogu cidden çok geç açtım. GERÇEKTEN ÇOK GEÇ. Bu yüzden de okuduğum kitapların yorumunu yavaş yavaş girmeye karar verdim. Alacakaranlığı okuyalı cidden iki sene falan oldu ama olayları unutmak pek mümkün olmadığı için ilk onun yorumunu yazmak istedim.

    İlk olarak insanların bu seriye olan nefretinden birazcık bahsetmek istiyorum. Tamam ben de biliyorum her insan sevmek zorunda değil, sevmesinde kardeşim. Ama yani bu aşağılama, bu saygısızlık ilk günkü gibi devam ediyor. Özellikle de bir HP ile kıyaslama... Tanrım o kadar saçma şeyler yapıyorlar ki, insanı sevdiği seriden soğutuyorlar yahu.

    Bu dünyada saygı diye bir şeyin olmaması cidden çok üzücü. Tamam kabul ediyorum, filmleri kitapları kadar iyi olmayabilir. Özellikle de ilk film. Hele o tam bir kaos cidden. Bir kitaba bak, bir de filme. Güzelim olayları, diyalogları maymun etmişlerdi resmen. Sonra Yeni Ay'ın filminde biraz toparladılar tabii. Tutulma ve Şafak Vakti (Part 1 ve Part 2) ise muhteşemdi resmen. Keşke ilk filmi tekrar çekseler, uzun zamandır bunu istiyorum.




   



       "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün." 

                   Yaratılış 2:17 










     Sizin de bildiğin gibi kitabımız bu sözlerle başlıyor. Merak ediyorum da Alacakaranlığı hala izleyemeyen veya okumayan var mı cidden? Ya da bu seri hakkında bir şeyler duymayan? Sanırım yoktur ama ben yine de kibar davranıp konudan ilk önce biraz bahsedeceğim.

    Bella, annesi ve onun kocası ile birlikte Phoenix'te yaşayan 17 yaşında bir kız. Orayı seviyor, hiç bir problem yok ama Phil (annesinin kocası yahu) bir futbolcu. Bu yüzden sürekli seyahat ediyor. Renee de evde Bella ile kalıyor ama bu durumdan haliyle mutsuz. Bella da annesinin de Phil ile birlikte olabilmesi için Forks'a, babasının yanına gidiyor.

    Olaylar tabii böyle başlıyor. Bella Forks'da ki  liseye kaydığını yaptırıyor, Charlie ona bir kamyonet falan alıyor. Bunlar bilindik detaylar. Daha sonra Bella'nın ilgisini Edward Cullen çekiyor. Tabii çocuk da dikkat çekmeyecek gibi değil ki, müthiş seksi yani. Cazibe fışkırıyor resmen. Ne şanstır ki Edward ile Biyoloji dersleri ortak. Aynı sırada oturuyorlar. AYNI. SIRADA. Bella her ne kadar ondan etkilense de, Edward pek öyle durmuyor. Ders süresi boyunca çok kaba davranıyor, (eli de yumruk halinde falan bu arada, sert çocuk yahu) Bella ile konuşmuyor. Bizimki de doğal olarak şaşırıyor.

    Daha sonra da Edward'ı dersini değiştirmeye çalışırken görüyor. Neden kendisinden nefret ettiğini anlayamıyor tabii. Sonra, Edward bir süre okula gelmiyor. Bella tedirgin, kendisi yüzünden bir şey olduğunu falan sanıyor.



   Ama diğer Biyoloji dersinde Edward okula geliyor, ve Bella'ya selam veriyor. Efsanede böyle başlıyor.

    Edward her ne kadar Bella ile konuşsa da yine de tuhaf. Bir süre boyunca ona bir iyi, bir kötü davranıyor. Çoğu zaman bizim kızı görmezden geliyor. Bu görmezden gelme işi Bella'ya çarpmak üzere olan arabayı durdurduktan sonra daha da artıyor. Sorularına cevap vermiyor. Bella da haliyle kocaman arabayı nasıl durdurduğunu merak ediyor. Bir tuhaflık olduğunu hissediyor.





    Bir süre sonra Edward ondan uzak durmaya çalışmaktan sıkılıyor. Arkadaş olmaya karar veriyorlar. Bella, gittiği plajda (La Push, hah!) çocukluk arkadaşı Jacob ile karşılaşıyor. Jacob ona bir kaç efsane anlatıyor. EVET FİLMDE DE BÖYLE OLDUĞUNU BİLİYORUM! Ama aynı olan sahneler cidden çok az,  plaj sahnesi falan işte. Başka pek yok, cidden. Neyse yahu, kafasında bir kaç düşünce şekillenmeye başladığı için Edward hakkında fikir sahibi olmaya başlıyor.

    Daha sonra da Jess ve Angela ile Port Angeles'a falan gidiyorlar. Edward da gizli takipte tabii. (Bu sahneleri Gece Yarısı Güneşinden okumak cidden çok daha güzel). Orada Bella başını belaya sokuyor, Edward'cığım onu kurtarıyor. Artık bir vampir olduğundan falan emin olduğu için, sorular falan soruyor işte konuşuyorlar. Daha sonra de sevgili gibi oluyorlar, tabi Edward arada sırada Bella'yı yemek istiyor ama yine de iyi idare ediyorlar.




    Cullen Ailesinin hepsi ile bir tanışma faslı var. Daha sonra da şu meşhur beyzbol sahnesi var. Diğer üç vampirin gelişi falan. (James, Victoria ve Laurent) James'in bizim kıza kafayı falan takması. Daha sonra Bella'nın da yaptığı bir aptallık yüzünden neredeyse kendini öldürecek olması.

    Birinci kitap aşk üçgeninin başlamadığı, saçma yaşlı vampirlerin ve ölümsüz çocukların olmadığı gayet de sevimli bir kitap. Özellikle de diyaloglarıyla insanı büyülüyor resmen.

 
    Küçük bir itirafım var. Ben her zaman Bella'nın sevgisinin daha fazla olduğunu düşünmüştüm. Özellikle de birinci kitapta. İkinci de pek Edward yoktu. İşte ilk iki kitapta böyle düşünmüştüm ama sonra Gece Yarısı Güneşini okudum ve ne kadar yanıldığımı anladım.

    Kimse Edward kadar çaresizce sevemez.  Filmleri boş verip kabul edin, Alacakaranlık gerçekten efsanevi bir seri.






                                                             

                                              ALINTILAR ♛




    "Önümüzdeki cumartesi, biliyorsun, bahar dansının olduğu gün..."
    "Komik  olmaya mı çalışıyorsun?" diyerek sözünü kesip ona döndüm. Yüzüne baktığımda suratım terden sırılsıklamdı.
    Gözlerinde muzip bir pırıltı vardı. "Sözümü bitirebilir miyim?"
    Dudaklarımı ısırdım, ellerimi birbirine kilitledim, böylece kötü bir şey yapamayacaktım.
    "O gün Seattle'a gideceğini söylediğini duydum. Birinin seni bırakmasını ister misin?"
    Bunu hiç beklemiyordum.
    "Efendim?" Nereye varmak istediğinden pek emin değildim.
    "Seattle'a seni birinin bırakmasını ister misin?"
    "Kimin?" diye sordum, aklım karışmıştı.
    "Benim elbette." Karşısında zihinsel özürlü biri varmış gibi tane tane konuşuyordu.

                 (Bella ve Edward, sayfa 92) 





    "Yine aklımı karıştırdın."
    Soluk kesen çarpık gülüşü yeniden belirdi.
    "Seninle konuşurken hep çok fazla şey söylüyorum, bu sorunlardan biri."
    "Endişelenme, hiçbirini anlamıyorum," dedim yüzümü buruşturarak.
    "Ben de ona güveniyorum zaten."

                 (Bella ve Edward, sayfa 97) 




    Üç şeyden emindim. Birincisi, Edward bir vampirdi. İkincisi, bir yanı benim kanıma susamıştı ve bu yanının ne kadar güçlü olduğunu bilmiyordum. Üçüncüsüyse, koşulsuz ve geri dönülemez bir biçimde ona aşık olmuştum.

                (Bella, sayfa 204) 




    "En sevdiğin renk ne?" diye sordu yüzünde ciddi bir ifadeyle.
    "Her gün değişiyor."
    "Öyleyse bugün en sevdiğin renk ne?" Hala ciddiydi.
    "Sanırım kahverengi." Genellikle o gün kendimi nasıl hissediyorsam öyle giyinirdim.
    "Kahverengi mi?" diye sordu buna inanamazmış gibi.
    "Evet. Kahverengi sıcak bir renktir ve ben kahverengi görmeyi çok özledim. Burada kahverengi olması gereken her şey, ağaç gövdeleri, kayalar, çamur yeşili!" diye homurdandım.
    Söylediklerimden etkilenmiş gibiydi. Gözlerimin içine bakarak düşündü.
    "Haklısın," dedi. "Kahverengi sıcaktır." Tereddüt ederek uzanıp saçlarımı geriye attı.

                   (Bella ve Edward, sayfa 237) 





    Elleri yavaşça boynumun iki yanına kaydı. Titredim; onun da soluğunu tuttuğunu fark ettim. Elleri omuzlarıma doğru hareket etti ve orada durdu.
    Yüzünü yana çevirdi, burnu köprücük kemiğime değdi. Yanağını göğsüme yasladı.
    Kalbimi dinliyordu.

                (Bella, sayfa 282) 





    Çaldığı şarkı, benim şarkımdı. daha melankolikti. Son nota sessizliğin içinde dokunaklı bir şekilde tınladı.
    "Teşekkür ederim," dedim. Gözlerimde yaşlar olduğunu fark ettim. Hemen gözlerimi sildim, utanmıştım.
    Gözümün kenarına dokundu, silmeyi unuttuğum bir damlayı yakaladı. Parmağını kaldırdı ve elindeki damlayı incelemeye başladı. Sonra ben ne olduğunu anlayamadan parmağını tadına bakmak için ağzına götürdü.
    Soran gözlerle ona bakıyordum, uzun uzun bana bakıp gülümsedi.

                  (Bella ve Edward, sayfa 337) 




    "Babamın bu gece baloya gelmem için bana yirmi kağıt verdiğine inanabiliyor musun?" dedi utanarak.
    "Evet, inanabiliyorum," dedim. "Umarım eğleniyorsundur. Hoşuna giden birini buldun mu?" dedim duvara renkli şekerler gibi yaslanmış kızlara bakarak.
    "Evet," dedi. "Ama onu kapmışlar."
    Kısa bir an bana baktı, sonra ikimiz de utanarak başımızı çevirdik.

                     (Bella ve Jacob, sayfa 496) 







                                                  PUANIM 



     4 YILDIZ:  İlişkimiz böyle güzel devam ediyorken, neden bu kadar çabuk bittin ki?

      












2 yorum:

Unknown dedi ki...

Twilight! :)

Zeynep Dilara dedi ki...

Hihihihi ^_^

Yorum Gönder