Blog açmamın asıl nedeni yazı yazmaya çok sevmem. Kitapları da seviyorum tabii. Çikolatalı pastayı da ama konumuz bu değil. Neyse işte, blog açmak cidden çok kolay ama asıl zor olan bunun devamını getirmek ve bir de şu müthiş tasarım olayı var. Ben zaten baya bir beceriksiz olduğum için bu iş benim için fena zor.
İlk yazım, yakın bir zamanda okuyup bitirdiğim "Öksüzler Treni" için kitap yorumu olacak. Bu kitabı bitireli iki gün falan oluyor, bende kitabı okurken neler hissettiğimi unutmamak için hemen yazmak istedim. Tanrım, cidden çok fazla konuşuyorum. Durmam gerek.
Niamh ve ailesi yaşadıkları yeri bırakıp New York City'e göç ediyorlar. Bu arada onun iki erkek kardeşi ve bir tane de kız kardeşi var. En büyükleri kendisi. Neyse, neyse göç ettikten sonra güç bela yaşayacak bir yer buluyorlar. Babası da garson olarak çalışmaya başlıyor. Bu arada kendisi de bir alkolik. İroniye bakın. Daha sonra -buralar hep spoiler haberiniz olsun- küçük dairelerinde bir yangın çıkıyor. Niamh'ın babası ve iki erkek kardeşi ölüyor. Annesini ve kız kardeşini de hastaneye kaldırıyorlar.
Annesi yaşıyor, evet ama akıl sağlığı pek yerinde değil. Niamh da bu yüzden Çocuk Esirgeme Kurumuna veriliyor ve hikayesi de böylece başlamış oluyor. Niamh gibi onlarca çocuk var, hepsini bir trene topluyorlar ve ilk durak olan Union İstasyonu, Chicago'ya doğru yol almaya başlıyorlar. Niamh burada bir çocuk ile tanışıyor; adı Dutchy - gerçek ismi Hans aslında- ve arkadaş oluyorlar.
Buraya kadar her şey sevimli ama Niamh ilk İstasyonda hiçbir aile tarafından seçilmiyor, Dutchy ise seçiliyor. O yüzden ayrılmak zorunda kalıyorlar. İkinci durak olan Albans, Minnesota'ta o da Bay ve Bayan Byrne tarafından seçiliyor. Bu iki çifti pek sevdiğim söylenemez, özellikle de kadını. Çocuk sevgisi hakkında hiçbir şey bilmiyor, cidden hiçbir şey demek istiyorum.
Niamh'a burada yeni bir ad veriyorlar: Dorothy. Bir süre zarfında onlar ile kalıyor ama sonra olaylar oluyor ve ayrılmak zorunda kalıyor. Onu başka bir yere gönderiyorlar. Ne olduğunu anlatmayacağım, okuyun artık.
1930 yılında da dediğim gibi başka bir yere yani Hemingford County, Minnesota'ya gidiyor. Burada da Bay ve Bayan Grote var. Üç çocukları olan fakir bir aile. Niamh - veya Dorothy- burada okula gidiyor, her şey yolunda. Ta ki iplerin koptuğu ana kadar. Aile zaten sefalet içinde, adam desen ayrı bir alemde. Kadın da sürekli yatakta yatıyor, hiç çıkmıyor. Fena şeyler oluyor, çok fena.
Cidden anlatacak çok şey var ama daha fazla spoiler vermek de istemiyorum.
Biraz da Molly'den bahsedelim o halde.
Molly de Spruce Harbor, Maine de yaşıyor. Bildiğiniz gibi o da üvey bir ailenin yanında kalıyor. Babası bir trafik kazasında ölmüş, annesi ise yaşıyor ama resmen deli. Sabıkası falan var kadının. Molly de bir çok kez aile değiştiriyor, çok tuhaf şeyler yaşıyor. Bir dövme için ne yaptığını öğrenince ben çok şaşırmıştım şahsen.
Bu iki kadının nasıl tanıştığını elbette merak ediyorsunuzdur. Molly, okul kütüphanesinden bir kitap çalıyor. Anlayacağınız üzere de yakalanıyor, bu yüzden de 50 saatlik bir kamu cezası var. Ya ıslah evine gidecek -kısa bir süre için- yada cezasını uygulayacak.
O da yaşlı bir kadına tavan arasını temizlemek için yardım ediyor. Sanırım yaşlı kadının kim olduğunu söylemeye pek gerek yok.
Öksüzler Treni okuduğum en duygusal romanlardan bir tanesiydi. Ama hayır, ben ağlamadım sadece duygulandım o kadar. Pek kolay ağlayan biri değilim ben.
Kitapta tahmin ettiğim olaylar da oldu, tahmin edemediklerim ve beni çok şaşırtan olaylar da. Ama ben kitabı sevdim çünkü içinde hem vıcık vıcık bir aşk yoktu, hem de hayatın gerçeklerini konu almıştı. Çoğu romandan çok daha iyiydi çünkü bir kadının güçlü olduğunu anlatmak için her zaman kanser veya başka bir şey ile savaşmasına gerek yoktur. Ben bu yüzden bu kitabı sevdim.
Son bir şey daha söylemek istiyorum, ben sonunu cidden böyle tahmin etmiyordum. Yani Vivian -Niamh, Dorothy hangisini kullanıyorsanız- öyle çok şey yaşadı ki ben sonunda onun ölmesini bekliyordum. Ciddi ciddi yani. Ama ölmedi, en çok şaşırdığım buydu sanırım.
ALINTILAR ♛
Hayaletlere inanırım. Onlar bizi arkalarında bırakanlar ve sık sık ziyaretimize gelenlerdir. Bu dünyada neler olup bittiğini kimse bilmez ya da umursamazken, onların etrafımda olduğunu, beni izleyip yaşadıklarıma şahitlik ettiklerini pek çok kez hissetmişimdir.
(Vivian, sayfa 5)
"Terry bana koruyucu bir aileyle kaldığını söyledi," dedi Vivian. "Kimsesiz misin?"
"Annem hayatta, ama... Evet, kendimi öksüz sayıyorum."
"Yine de teknik olarak değilsin."
"Bence sana sahip çıkan bir anne baban yoksa kendini istediğin gibi adlandıra bilirsin."
(Vivian ve Molly, sayfa 26)
"Neler olacağını yalnızca Tanrı biliyor. O da olacakları asla söylemiyor."
(Dutchy, sayfa 54)
Kendimi olduğumdan on yaş daha büyük hissediyordum. Çok fazla şey biliyordum. İnsanların en kötü, en çaresiz, en umutsuz, en bencil hallerine şahit olmuştum. Ve bu bildiklerim beni ürkütüyordu. Bu yüzden gülümseyip başımı sallamayı, hissetmediğim duyguları göstermeyi öğreniyordum. İçimin paramparça olmasına rağmen, herkes gibi görünmeyi öğreniyordum.
(Vivian, sayfa 150)
PUANIM ♛
4 YILDIZ: İlişkimiz böyle güzel devam ediyorken, neden bu kadar çabuk bittin ki?
3 yorum:
Gerçekten mükemmel
Bir Dost :)
Ya sen ne tatlısın ya!
Senin kadar olmasa da...<3
Yorum Gönder