Bir Kraliçe, istediği kitaplara sahip olmak için çok kötü şeyler yapar...


19.1.15

"Şafak Vakti - Stephenie Meyer" Kitap Yorumu ♛



    Her zaman aynı olan, monoton bir pazartesi akşamından güzel bir merhaba! Bu akşam kendimi aşıp, iki yorum yayımlayacağım. Şafak Vakti zaten yayımlamam gereken serinin son yorumu. Diğer yorum ise bir kaç saat önce bitirdiğim bir kitabın olacak. İsmini söylemiyorum, öğreneceksiniz zaten. Bu yüzden pek de acele ettiğim söylenemez.

    Şafak Vakti, benim okumaktan asla bıkmayacağım, sonsuza kadar kalbimde yaşayacak olan bir final. Film afişlerinde de böyle yazıyordu, değil mi? Bence çok hoş bir söz. Alacakaranlık, sonsuza kadar yaşayacak efsanevi bir seri. Okumaktan asla bıkmayacağım, çok fena seviyorum.

    Son kitabımız iki kişinin ağzından anlatılıyor. İkisinin ağzından da okumak bana ayrı bir keyif veriyor. Tahmin ettiğiniz gibi, Bella ve Jacob. İlk bölüm ve son bölüm Bella'dan. Orta bölüm de Jake bebeğimden. Kitaba geçelim, kitap da evlilik var, ölüm var, yeniden doğma var, bebek var, aşk var. Var da var yani.



  "Gerçi doğrusunu söylemek gerekirse, bugünlerde akılla aşkın bir araya geldiği yok." 

                                                                                                       William Shakespeare 
                                                                                                       Bir Yaz Gecesi Rüyası 
                                                                                                          Perde III, Sahne I 


    
    Bella ve Edward rüya gibi bir düğün ile evleniyorlar. Klişe bir cümle oldu, farkındayım ama ciddi ciddi ben o düğünü ancak rüyamda görebilirim sanırım. Tabii zengin bir koca bulmazsam. O ayrı bir konu, onu sonra tartışalım. Düğünden sonra balayı için Esme Adasına gidiyorlar. Bu bölümler çok fena güzel, ben çok seviyorum. Sizin de bildiğiniz gibi birlikte falan oluyorlar. Bir vampir ve bir insanın birlikte olması gayet normal bir şey tabii. Her gün görüyoruz nasıl olsa. Hiç tuhaf falan değil.


    

    Daha sonra yaşadıklara mutlu anlar, Bella'nın hamile olması ile bozuluyor. Bozuluyor demek hafif kalır, resmen parçalanıyor. Bundan sonra olanlar ise Jake bebeğimin ağzından anlatılmaya başlanıyor. Ne kadar acı çektiğini görüyoruz. Fena üzülüyorum tabii ben buralarda. Sonra Bella'nın hasta olduğu haberini öğreniyor. Öldüğünü, hatta vampir olduğunu sanıyor. Cullen'ların evine gidiyor ve BAM! Bella'nın hamile olduğunu görüyor. 





    Sürü bu olaya pek sıcak bakmıyor, tabii. Bella'nın ve... o şeyin yok edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Jake tabi ki buna katılmıyor, karşı çıkıyor ama Alfa karşısında ilk önce pek bir şey yapamıyor ve emrine uyuyor. Ama Sam konuşmaya devam ettikçe, içindeki Alfa dışa çıkıyor ve ona karşı geliyor. Sürüden ayrılıyor. Jake her ne kadar istemese de, Seth de ona katılıyor. Cullen'lara gelecek tehlike için haber veriyorlar, onların yanında oluyorlar. Bir süre sonra da Leah da küçük gruplarına dahil oluyor. 

    Daha sonra bebeğin gittikçe Bella'yı öldürmesi, Jake de dahil diğerlerinin (Rose hariç, tabii) onu bebeği aldırmak için ikna etmeye çalışması, sürünün şimdilik saldırmayacak olması gibi olayları içeriyor. Hamilelik hızlı ilerlediği için Bella kısa bir sürede doğrum yapıyor. Ve mühürlenme sahnesi. Çok sevimliydi gerçekten. 


   
Vay canına. Ne sevimli. 
    

    Mühürlenme sahnesinden sonra yine  Bella'nın ağzından okuyoruz. Yeni doğan olma  sürecini müthiş bir şekilde sürdürüyor. Kendine hakim olabiliyor ve insanlara asla zarar vermiyor. Renesmee zaten kendisine bayılıyor. Çok tatlı sıpa. Bella, mühürlenme olayını öğrendiği zaman yaşanan olaylar çok komik. Jake ile kavga etmesi falan var. 




    Renesmee'nin hızla büyümesi dışında her şey iyi gidiyor. Tabii sonra Irina ölümsüz bir çocuk yaptıklarını sanıp Volturi'e gidiyor. Onlar da topluca (imha ekibi!) Forks'a gelmeye karar veriyorlar. Bundan sonraki olaylar Alice ve Jasper'ın ayrılması, Cullen'ların kendilerine şahit toplaması ile devam ediyor. Güzel bölümler olduğunu mutlulukla söyleyebilirim. Bella'nın aslında bir kalkan olduğu ortaya çıkıyor, onu geliştirmek için çalışmalara falan başlıyor. Güzel bölümler, çok güzel bölümler.

 



    Sonra da Volturi geliyor. O sahneler anlatmaya kelimeler yetmez. İlk okuduğumda kan ter içinde kalmıştım birine bir şey olacak diye. Bir kaç kez okuduktan sonra da eğer savaş olsaydı ne olurdu diye düşünmeye başlamıştım. Film de bu noktada çok yardımcı olmuştu bana. Harika bir sahneydi orası. Tam hayal ettiğim gibi, karlar arasında Volturi ve Cullen'lar.







 



    Irina'nın sebepsiz yere ölmesi, yaşanan gergin sahneler derken sayfalar akıp gidiyor. İnsan gerçek hayattan soyutlanıyor ve kitabın içine gömülüyor. Kalbimiz Forks da atıyor adeta. Sonra Alice geliyor. Ufacık bir şey olduğu halde yine günü kurtarmayı başarıyor. Renesmee gibi yarı vampir-yarı insan bir adam buluyor. Nahuel. Bir nevi onun sayesinde savaş olmuyor desek daha doğru olur.






    Kitabın bittiğini bile zar zor fark ediyor insan. Ben elimden bir kez olsun bırakmadan okumuştum. Bir gecede bitirmiştim sanırım. Bu kitap için uykusuz kalmaya değer gerçekten. Zaten kitabı bırakıp uyumak imkansız bir şey, uyumaz insan.




      Alacakaranlık Efsanesi, benim kalbimde sonsuza kadar yaşayacak.






                                                             

ALINTILAR



    Bütün o geleneksel şeyleri yaptık. Pastayı kesmek için beraber bıçağı tutarken gözlerime patlayan flaşlardan resmen kör olacaktım. Her şey, yalnız en yakın aile ve arkadaşlarla yapılan bir kutlama için fazla görkemliydi. Sırayla birbirimize pastadan yedirdik. Edward, ona uzattığım devasa parçayı bir hamlede yutarak beni hayrete düşürdü. Benden hiç beklenilmeyecek bir şekilde buketimi fırlattım ve çiçekler tam Angela’nın kucağına düştü. Ben renkten renge girerken Edward benim ödünç aldığım jartiyeri ki artık neredeyse ayak bileklerime inmişti, dikkatlice dişleriyle çıkarırken Emmett ve Jasper gülmekten kırılıyordu. Sonra Edward bana çabucak göz kırparak jartiyeri Mike Newton’ın suratına attı.

                     (Düğün’de Olanlar, sayfa 62)




    “Bu gece olmayacak, Jacob,” diye fısıldadım.
    Jacob benim insanlığıma Edward’dan bile daha çok takmıştı. Her kalp atışımı dikkatle dinliyor gibiydi, sayılı olduklarını biliyordu.
    “Ah,” dedi, nasıl rahatladığını gizlemeye çalışarak.
    Yeni bir şarkı çalmaya başlamıştı. Bu kez şarkıların değiştiğini fark etmedi.
    “Ne zaman?” diye fısıldadı.
    “Tam olarak bilmiyorum. Bir ya da iki hafta.”
    Sesi değişti ve savunmayla alay arası bir tona büründü. “Neden o kadar bekliyorsunuz?”
    “Balayımı acıdan kıvranarak geçirmek istemedim.”
    “Başka nasıl geçirmek isterdin ki? Dama oynayarak mı? Ha ha.”
    “Çok komik.”

                    (Bella ve Jacob, sayfa 71)



    Ne hissettiğimi bilmiyordum. Bu gerçek değilmiş gibiydi. Sanki gotik bir komedinin içindeymişim gibi hissediyordum. Ponpon kızların liderini baloya davet eden inek öğrenci yerine, bir vampirin karısına beraber yaşayıp çocuk yapmayı teklif eden bir kurt adamdım. Harika.
    Hayır, bunu yapmayacaktım. Bu hastalıklı ve yanlıştı. Edward’ın söylediklerini unutacaktım.
    Ama Bella’yla konuşacaktım. Beni dinlemesini sağlayacaktım.
    Ve o da dinlemeyecekti. Her zamanki gibi.

                  (Jacob, sayfa 186)



    Onlar vampir, sanırım, dedi Seth, Leah’nın tepkisini telafi etmeye çalışıyor gibiydi. Yani, bu doğal. Hem Bella’ya faydası dokunacaksa, bu iyi bir şey, değil mi?
    Leah da, ben de ona bakakaldık.
    Ne?
    Annem onu bebekken çok düşürmüş, dedi Leah bana.
    Görünüşe göre kafasının üzerine.
    Beşiğin parmaklıklarını da kemirirdi.
    Kurşun kaplama mıydı?
    Öyle görünüyor.
    Seth sızlandı. Ha ha, çok komik. Neden siz ikiniz çenenizi kapayıp uyumuyorsunuz?

                     (Jacob, Seth ve Leah, sayfa 266)




    “Ne?” diye sordu Bella, yüzündeki ışıltı sönüyor gibiydi. “Şimdi ne düşünüyor?”
    Edward önce cevap vermedi ve sonra hepimizi yine hayretler içerisinde bırakarak kulağını Bella’nın karnına dayadı.
    “Seni seviyormuş,” diye fısıldadı Edward, sersemlemiş gibiydi. “Sana tam anlamıyla tapıyor.”

                    (Bella ve Edward, sayfa 325)



    “İlginç bir arkadaşınız var,” diye mırıldandı Demetri Edward’a.
    Edward tepki vermedi ama Jacob’ın dişlerinin arasından kısık bir hırlama çıktı.
    Aro’dan birkaç metre uzaklıkta durduk. Edward Aro’nun kolundan kurtularak hemen bize katıldı ve elimi tuttu.
    Bir an sessizce birbirimize baktık. Sonra Felix sessizce beni selamladı.
    “Tekrar merhaba, Bella.” Ukalaca sırıtırken bir yandan da gözünün ucuyla Jacob’ın her hareketini takip etmeyi ihmal etmiyordu.
    Dağ gibi kocaman olan bu vampire hoşnutsuzlukla gülümsedim. “Selam Felix.”
    Felix güldü. “İyi görünüyorsun. Ölümsüzlük yakışmış.”
    “Çok teşekkürler.”
    “Bir şey değil. Ne yazık ki…”
    Yorumunu havada sessizliğe asılı bıraktı ama sonunu anlamak için Edward’ın yeteneğine ihtiyacım yoktu. Ne yazık ki sizi birazdan öldüreceğiz.
    “Evet, çok kötü, değil mi?” diye mırıldandım.
    Felix göz kırptı.

                     (Bella ve Felix, sayfa 671)








                PUANIM ♛



   4 YILDIZ:  İlişkimiz böyle güzel devam ediyorken, neden bu kadar çabuk bittin ki?



                                                                                                                                                                                                                                                      
                                                  
                                                   
 














0 yorum:

Yorum Gönder